İsrail ile uzun zamandır yaşadığı ‘örtük savaş’ 13 Haziran’da sıcak çatışmaya dönen İran, karmaşık etnik yapısı, otoriter bir yönetim biçimi olarak Velayet-i Fakih sistemiyle ve dağınık muhalefet yapısına rağmen, 2009’dan bu yana yaşadığı kitlesel protestolarla, sahip olduğu enerji kaynakları ve şu sıralar yaşadığı saldırıların nedeni olan nükleer çalışmalarıyla dünyanın gündeminde.
Peki İran nasıl bir ülke, idari ve siyasi anlamda nasıl bir yönetim yapısına sahip? Devletin otoriter yapısına rağmen belirli aralıklarla yaşanan sokak protestoları nasıl ortaya çıktı ve sonlandı?
Kaçar ve Pehlevi hanedanlıklarından Molla rejimine
1785’ten 1925’e kadar İran’ı yöneten Kaçar (Qajar) Hanedanlığı döneminde, ülke 1800’lü yıllarda İngiltere ve Rusya arasında sıkışmış ve iki ülkenin politikalarına göre siyaset izlemişti.
İran 1908’de İngiltere ve Rusya tarafından fiilen işgal edildiğinde ise, modern dönemin siyasi gelişmeleri her iki ülkenin çıkar çatışmaları üzerinden şekillendi.
Bu dönemde kuzeyi Rusya, güneyi ise İngiltere tarafından işgal edilen İran’ın orta kesimi Şah yönetimine bırakılmıştı. Ülkede petrolün İngilizler tarafından ilk defa bulunması ile İran coğrafyası, jeopolitik konumu ve enerji kaynakları nedeniyle büyük güçlerin daha fazla ilgilendiği bir yer oldu.
Bu dönemde her ne kadar ABD de İran siyasetine müdahil olmak istese de, Rusya ve İngiltere nüfuzu altında fazla etkili olamadı.
1’inci Dünya Savaşı’ndaki gelişmeler, merkezî otoritesi zayıf olan İran’ı daha fazla zayıflatmış ve ülke içerisinde geleceğe yönelik büyük bir umutsuzluk ve kaos başlamıştı. Koşulları iyi değerlendiren Rıza Pehlevi, 1925 yılında Kaçar Hanedanlığı’na son vererek iktidarı ele aldı ve Pehlevi Hanedanlığı’nı ilan etti.
Batılılaşmacı reformlarla toplumu dönüştürmeyi amaçlayan Şah Rıza, Fransız idari sistemi ile medeni kanunları başta olmak üzere, birçok Avrupalı uygulamayı ülkeye taşıdı.
Yaklaşan 2’nci Dünya Savaşı öncesinde, Şah’ın İngiliz hâkimiyetinden kurtulmak için Almanya ile yakınlaşması diğer Avrupalı güçleri rahatsız ediyordu. İran, tarafsızlık deklarasyonunu ilan etmesine rağmen, İngiltere tarafından yeniden işgal edildi.
1947 yılına kadar sürecek işgalde İran topraklarında Kürdistan Cumhuriyeti (22 ocak 1946-17 Aralık 1946) ve Azerbaycan Millî Hükümeti (Kasım 1945-Kasım 1946) gibi, birbirleriyle iyi ilişkiler içinde olan özerk yapılar ortaya çıktı.
Öte yandan, ülkede Fars milliyetçiliği yükselirken, bu milliyetçilik Şii ulema kontrolündeki dinî kurumların öncülüğünde dinî bir kimlik de kazandı.
Şah’ın politikalarından memnun olmayan halk, 1979 yılına kadar dozu değişen oranlarda baskılara maruz kaldı. Uluslararası ve yerel desteğini kaybeden Şah rejimi, 11 Şubat 1979’da Ayetullah Ruhullah Humeyni öncülüğündeki Mollalar tarafından devrildi.
İran, Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde, İsrail’in bölgedeki stratejik müttefiklerinden biriydi.
İsrail’in 1948’deki kuruluşundan itibaren Ortadoğu’daki varlığı, Arap ülkelerinin tepkisiyle karşılaştı. Bu durum İsrail’i bölgede İran gibi Arap olmayan güçlerle ittifaklar aramaya itti.
Şah rejiminin devrilmesinin ardından yeni rejim İsrail’i “Küçük Şeytan”, ABD’yi ise “Büyük Şeytan” ilan etti. Böylece, bu iki eksen arasında yıllarca sürecek olan bir gerilim ve günümüzde de İran ve İsrail arasında karşılıklı saldırılarla devam eden bir süreç başladı.
İran’da hangi eyaletler, etnisiteler dini ve mezhepsel gruplar var?
İran’da, Türkiye’deki ‘illere’ karşılık gelen 31 eyalet yer alıyor. Farsça ‘ostan’ adı verilen bu eyaletler, ‘merkez’ olarak adlandırılan en büyük yerel şehir olan yerel bir merkezden, İçişleri Bakanı tarafından atanan bir genel vali tarafından yönetiliyor.
Tahran, İsfahan, Huzistan, Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Fars, Horasan-ı Rezevî, Kürdistan, Kirman, Kirmanşah, Elburz, Erdebil, Mazenderan, Gilan, Simnan, Kum, Merkezi, Kazvin, Luristan, İlam, Buşehr, Hürmüzgan, Kohgiluye ve Buyer Ahmed, Çaharmahal ve Bakhtiyari, Gülistan, Kuzey Horasan, Güney Horasan, Zencan, Yezd, Semnan, Sistan ve Belucistan eyaletlerinde farklı etnik kimlikler yaşıyor.
İran’da etnik olarak üç büyük grup Farslar, Azeri Türkleri ve Kürtler olarak sıralanıyor. Farslar, toplam yaklaşık 90 milyon olan ülke nüfusunun yüzde 40-45 arasını oluşturuyor. Farsları yüzde 20-25 oranında Azeri Türkleri ve yüzde 10 ile Kürtler izliyor.
Bu etnik gruplar dışında İran’da 1,2 milyon Beluci, 2 milyon Arap, 2 milyon Türkmen’in yanı sıra 1,7 milyon Kaşkay, 800 bin Horasani, 4 milyon Gilaki, 4 milyon Mazanderani, 2,5 milyon Lur, 2 milyon Peştun, 1 milyon Bakhtiyari 1 milyon Lak yaşıyor,
Ayrıca İran’da Afşar, Ermeni, Aymak, Yahudi, Halaç, Asuri, Hazara, Lari, Mamasani, Şahsavani, Tacik, Taliş, Gürcü gibi görece daha az nüfuslu halklar da varlıklarını sürdürüyor.
İran’da Kürtlerin yaşadığı Kürdistan, Kirmanşah ve İlam eyaletlerinin nüfusunun %90’ı Kürt. Çarmahal ve Bakhtiyarı eyaletinin %60’ı ve Batı Azerbaycan eyaletinin %45’i de Kürtlerden oluşuyor.
Azeri Türkleri Doğu ve Batı Azerbaycan, Ardebil ve Zencan eyaletlerinde yoğunlaşıyorlar.
Farslar ise İsfahan, Tahran, Fars, Kirman, Horasan-ı Rezevi, Elbruz, Mazenderan, Gilan, Simnan, Kum, Buşehr, Hürmüzgan, Kuzey ve Güney Horasan’da yaşıyorlar.
Bu üç büyük etnik grup dışında Beluçlar Sistan ve Belucistan’da, Araplar Huzistan’da, Lurlar ise Luristan’da varlıklarını sürdürüyor.
Dini dağılım anlamında da çeşitlilik gösteren İran’da Şiilerin ağırlığı söz konusu. Nüfusun %90’ını oluşturan Şiileri yüzde 9 ile Sünniler izliyor. Etnik ve mezhepsel dağılıma göre , Kürtler Şafi, Beluçlar ise Hanefi. Sünni Müslüman kategorisinde kuşkusuz, Arapları da saymak gerekiyor. Ancak İran’da Arapların yüzde 50’den fazlası Şii inancına mensup. Alevilik kategorisi içinde yer alan Yaresaniler ise ağırlıkla Kürtlerden oluşuyor.
İran’da ayrıca, İsrail ile olan tarihsel ilişkileri nedeniyle baskı altındaki Bahailer ile Zerdüşt, Yahudi ve Hristiyan inancına sahip insanlar da varlıklarını sürdürüyor.
İran’daki yönetim modeli: Velayet-i Fakih sistemi nedir?
Velayet-i Fakih (Fakihin Velayeti), İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetim sisteminin temelini oluşturan bir siyasal teori. Ayetullah Ruhullah Humeyni tarafından geliştirilen bu sistem, 1979 İslam Devrimi sonrası anayasada yer aldı ve Şii şeriatına dayalı siyaset anlayışında bir dönüşüm yarattı.
Şii inancındaki 12’nci İmam’ın gaybeti (gizli kalışı, kayboluşu/M.S. 874) nedeniyle adil bir fakihin (İslam alimi) devleti yönetme yetkisine sahip olduğunu savunan bir doktrin olan Velayet-i Fakih, dini liderin (Velî-i Fakih) siyasi ve dini otoriteyi elinde tutmasını öngörüyor.
İran Anayasası’na göre, Velî-i Fakih (Dini Lider) en yüksek devlet makamı olarak tanımlanıyor. Şu anda Ayetullah Ali Hamaney’in üstlendiği bu devlet makamının elinde ülkedeki tüm silahlı kuvvetlerin başkomutanlığı, Anayasayı Koruma Şurası üyelerinin ve yargı organı başkanının atanması, savaş ve seferberlik ilanı, Cumhurbaşkanı’nın atanmasının onaylanması veya azledilmesi ile mahkûmların cezalarını affetme veya hafifletme gibi yüksek güce sahip yetkiler bulunuyor.
Velayet-i Fakih, İran’da siyasi gücü dini liderin elinde merkezileştirirken, bu durum reformistler ve muhalifler arasında tartışmalara yol açıyor. Sistemin otoriter yapısı, özellikle genç nüfus ve seküler kesimler tarafından eleştiriliyor.
Sistem, bu kesimler dışında, Irak’taki Şiilerin en yüksek dini mercii olan Ayetullah Ali Sistani tarafından da ruhban sınıfını siyasallaştırdığı gerekçesiyle eleştirilere muhatap oluyor.
İran’ın ‘paralel ordusu’ Devrim Muhafızları ve paramiliter Besiçler
İran Devrim Muhafızları Ordusu (İDMO), 5 Mayıs 1979 tarihinde, Ayetullah Humeyni tarafından, devrimin ilk günlerinde rejimi iç ve dış tehditlere karşı korumak amacıyla kuruldu.
İran Anayasası’na göre İDMO’nun ya da İran’daki yaygın adıyla Pasdaran’ın temel görevleri, iç düzeni sağlamak, devrimin ideolojik mirasını korumak ve “sapkın hareketleri” engellemek olarak belirlendi.
Geleneksel İran Ordusu’na (Arteş) güvenmeyen devrim liderleri, İDMO’yu rejimin ideolojik sadakatini garanti altına alan paralel bir askeri güç olarak tasarladı.
İDMO, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’e doğrudan bağlı ve düzenli ordudan tamamen bağımsız hareket ediyor.
İDMO’nun kendisine bağlı kara, hava-uzay, deniz ve füze kuvvetleri bulunuyor. Bunların yanı sıra, İDMO’ya bağlı bir başka komutanlık olan Kudüs Gücü, dış operasyonlar yapıyor, rejimin farklı ülkelerdeki vekil güçlerini sevk ve idare ediyor.
Rejimin, Jina Mahsa Amini protestolarında da gördüğümüz gibi, daha çok sokak protestolarına müdahale etmek gibi bir işlev de yüklediği, İDMO’ya bağlı gönüllü milis teşkilatı Besiçler ise rejimin ideolojisini tabana yaymak ve iç güvenliği sağlamak amacıyla 1979’da oluşturuldu.
Sayısı asla net olarak bilinmeyen yüz binlerce gönüllüden oluşan bu teşkilat, İran’ın her bölgesinde 11 bin merkezde faaliyet gösteriyor.
Besiçler, sivil kıyafetlerle dolaşarak rejime muhbirlik yapıyor ve toplumsal kontrolü sağlıyor.
Besiç’e bağlı kadın milisler de, ‘Ez-Zehra’ adı verilen kadın birimlerinde ve özellikle ahlak polisliği görevlerinde öne çıkıyor.
İran’da nasıl bir muhalefet yapısı var? 13 Haziran sonrası nasıl tavır aldı?
İran’da son yıllarda ekonomik kriz, siyasi baskılar ve sosyal özgürlüklerin kısıtlanması gibi nedenlerle halkın tepkisi zaman zaman sokağa taşacak şekilde büyüdü.
Bununla birlikte, İranlı aktivistler ve muhalifler, rejimin otoriter yapısı karşısında temkinli bir yaklaşım sergiliyor.
Yurtdışında, özellikle Avrupa’da, İran muhalefeti daha örgütlü bir yapıya sahip. İran muhalefeti, farklı ideolojik ve etnik gruplardan oluşan bir koalisyon şeklinde birleşmeye çalıştı. Ancak, bu birliktelik, iç çatlaklar ve stratejik farklılıklar nedeniyle zayıf kaldı.
İsrail’in İran’a yönelik son hava saldırıları, ülke içindeki muhalefet hareketlerini de etkiledi ve rejimin kendisini tehdit altında hissedebileceği bu dönemde sertliğini artırması endişelerini de beraberinde getirdi.
İran’da muhalefetin en bilinen aktörlerinden biri Halkın Mücahitleri. Batı ile iyi ilişkiler içindeki Halkın Mücahitleri, Meryem Recavi liderliğinde Avrupa’da binlerce insanı sokağa dökebiliyor. Son olarak Şubat ayında örgütün siyasi kanadı İran Direniş Konseyi’nin Paris’te düzenlediği mitingde dünya liderlerine İran rejimine karşı daha sert bir tutum sergilemeleri çağrısında bulunuldu.
Ancak Halkın Mücahitleri, İran-Irak Savaşı’nda Saddam Hüseyin saflarında İran’a karşı savaşması nedeniyle ülkede ciddi bir antipatiye de sahip.
Halkın Fedaileri ve komünist TUDEH de (İran Kitlelerinin Partisi) benzer şekilde birer diaspora hareketine dönüştü.
İran İslam Devrimi öncesindeki etkinliğini şu sıralarda hayli yitiren TUDEH, İsrail ordusunun saldırıları sürerken İsrail Komünist Partisi ile yaptığı ortak açıklamada, çatışmanın emperyalist stratejik hedefler doğrultusunda körüklendiği ifade edilerek, “Katliamı durdurun, savaşı hemen bitirin” çağrısı yaptı.
Devrik Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi tarafından Paris’te kurulan İran Ulusal Konseyi ise monarşist bir ‘muhalefet’ anlayışına sahip.
Muhalefetteki bu unsurların dışında ise İran’da en örgütlü muhalif grup Kürtler. PJAK, İKDP, Komala, İran’daki önde gelen Kürt partileri ve örgütleri arasında.
İsrail ile İran arasında karşılıklı saldırıların başlamasının ardından PJAK’ın İran’daki tüm muhalefet unsurlarına hitaben, 2022’deki Jina Mahsa Amini protestolarını da işaret ederek yaptığı açıklamada, “Tüm güçlerin, partilerin, sivil örgütlerin Jin, Jiyan, Azadi devriminin yeni bir aşamasını başlatmak için işbirliği yapmalarını istiyoruz ve bu yönde böyle bir başlangıç için hazırlığımızı ilan ediyoruz” denildi.
İKDP ise açıklamasında İran’daki rejimin meşruiyetinin kalmadığını vurgulayarak “İran’daki mevcut durum İslam Cumhuriyeti’nin politikalarının kaçınılmaz sonucudur. Bu rejim iktidarda kaldığı sürece durum yalnızca kötüleşecektir. Dolayısıyla İran vatandaşlarını bu kriz, yıkım ve karanlıktan kurtarmanın ilk ve en önemli ön koşulu bu rejimi tamamen kaldırmak ve sona erdirmektir.” ifadelerine yer verdi.
İranlı Kürt akademisyen Abbas Vali ise, İlke TV’ye yaptığı açıklamalarda, İran Kürtlerine bu süreçte ‘birlik’ çağrısında bulundu.
İran’ın Huzistan ve Belucistan eyaletlerinde ise kategorik olarak ‘muhalif’ kabul edilen ancak, ayrılıkçı ve cihatçı kimlikleri öne çıkan iki unsur daha var. Bunlar, Belucistan’daki cihatçı Cundullah ve Huzistan’daki Suudi destekli Ahvaz’ın Kurtuluşu için Arap Mücadelesi Hareketi.
2009’dan bu yana İran’da yaşanan sokak protestoları
2009 Yeşil Hareket
2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mahmud Ahmedinejad’ın zaferi, muhalif adaylar Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi taraftarları tarafından hileli olarak nitelendirildi.
Bunun üzerine Tahran ve diğer büyük şehirlerde kitlesel protestolar düzenlendi. Gösteriler, rejime karşı daha geniş bir muhalefete dönüştü ve Velayet-i Fakih sistemine yönelik eleştiriler öne çıktı.
İran Devrim Muhafızları Ordusu ve rejimin paramiliter gücü Besiç milisleri tarafından sert bir şekilde bastırılan protestolarda yüzlerce kişi öldürüldü, binlercesi tutuklandı. Musavi ve Kerrubi ev hapsine alındı.
1979’dan sonra ilk kitlesel protestolar olarak kayda geçen 2009 protestoları Batı Medyası tarafından ‘Fars Baharı’ olarak adlandırıldı. Gösteriler, muhalif aday Mir Hüseyin Musavi’nin kampanyasında yeşil rengi kullanması nedeniyle ‘Yeşil Hareket’ olarak nitelendirildi.
2017-2018 Protestoları
Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, işsizlik ve rejim elitlerine yönelik yolsuzluk iddiaları nedeniyle ülke genelinde başlayan protestolar, rejim karşıtı bir kimliğe dönüştü.
27 Aralık 2017’de başlayan protestolarda göstericiler, yaşanan ekonomik sorunların bir kaynağı olarak dini liderin otoritesini sorguladı.
Rejim güçlerinin sert müdahalesi sonucu en az 12 kişi öldü, yüzlerce kişi tutuklandı.
2019 Benzin zammı protestoları
15 Kasım 2019’da yakıt fiyatlarına yapılan astronomik zam, halihazırda var olan ekonomik sorunları tetikledi.
Ülke çapında başlayan gösteriler, özellikle Huzistan ve Tahran’da yoğunlaştı. Protestolar, rejimin meşruiyetine yönelik eleştirilere dönüştü.
Mart 2020’de Covid-19 sırasında başlayan sınırlamalar nedeniyle duraklayan protestolar Temmuz 2020’ye kadar sürdü.
Uluslararası Af Örgütü’ne göre, gösterilerde en az 300 kişi öldürüldü, binlerce kişi gözaltına alındı. İran genelinde internet erişimi kısıtlandı.
2022 Jina Mahsa Amini (Jin Jiyan Azadi) protestoları
16 Eylül 2022’de 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra ölmesi, özellikle kadın hakları talebiyle, rejimin baskıcı politikalarına karşı öfkeyi tetikledi.
“Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganıyla başlayan protestolar, Kürt bölgelerinden ülke geneline yayıldı. Etnik gruplar (özellikle Kürtler ve Beluçlar) da bu protestolara katıldı.
Aylar süren protestolar sırasında yüzlerce kişi öldürüldü, binlerce kişi tutuklandı. Protestolar sonrasında 7 kişi idam edildi. Rejim, protestoları “dış güçlerin kışkırtması” olarak nitelendirdi.