• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Diyarbakır’da ‘Çatışma ve Çözüm Süreçlerinde Çocuk’ konferansı düzenlendi

Diyarbakır’da ‘Çatışma ve Çözüm Süreçlerinde Çocuk’ konferansı düzenlendi

DEM Parti’nin Diyarbakır’da düzenlediği konferansta, çatışma ortamlarının çocuklar üzerindeki etkileri konuşuldu. Konferansta, yaşamını yitiren çocukların aileleri adalet ve barış çağrısında bulundu.

Diyarbakır’da ‘Çatışma ve Çözüm Süreçlerinde Çocuk’ konferansı düzenlendi
Diyarbakır’da ‘Çatışma ve Çözüm Süreçlerinde Çocuk’ konferansı düzenlendi
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 29 Haziran 2025 14:11
  • Güncellenme: 29 Haziran 2025 19:32

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Çocuk Komisyonu tarafından düzenlenen “Çatışma ve Çözüm Süreçlerinde Çocuk” başlıklı konferans, Diyarbakır’daki Çand Amed Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Konferansa kentteki sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcilerinin yanı sıra Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Serra Bucak, ilçe belediye eşbaşkanları ile yaşamını yitiren Cemile Çağırga, Rozerin Çukur ve Mehmet Uytun’un aileleri katıldı.

‘Süreci hep birlikte toplumsallaştırmalıyız’

Konferansın açılış konuşmasını DEM Parti Diyarbakır Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Mazlum Doğan yaptı. Doğan, “Yeni süreçte üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Çocukların özgür ve güven içinde yaşayacağı bir dünya için çocuklarla birlikte çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Daha sonra konuşan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Serra Bucak ise çocuk hakları alanındaki çalışmalara dikkat çekerek katılımcıları selamladı.

‘Savaş olmasaydı bu çocuklar yaşıyor olacaktı’

DEM Parti Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Beritan Güneş Altın, savaş ve çatışma ortamlarının çocuklar üzerindeki etkilerini değerlendirdi. “Belki Cemile havan mermisiyle tanışmayacaktı, Uğur kurşuna dizilmeyecekti, Mehmet polis kurşunuyla hayatını kaybetmeyecekti” diyen Altın, savaşın çocuklukları nasıl yarım bıraktığını anlattı. “Demokratik toplum ve barış çağrısını nasıl güçlendiririz, bunu tartışmaya niyetliyiz” dedi.

‘Çocuklarımız büyüdükleri sokaklarda katledildi’

Konferansta “Savaş ve çatışma süreçlerinde tanıklık” başlıklı ilk oturumda konuşan Rozerin Çukur’un annesi Fahriye Çukur, kızının 17 yaşında okula giderken tek kurşunla hayatını kaybettiğini anlattı. “Çocuklarımız büyüdükleri sokaklarda katledildi. Ellerinde silah yoktu. Buna rağmen yine de barış istiyoruz” diyen Çukur, “Bu ateşi hepimiz söndüreceğiz” ifadelerini kullandı.

‘Diyalog ailelerle olur’

Baba Mustafa Çukur da Rozerin’in cenazesini alma sürecinde yaşadıkları hukuksuzlukları anlatarak, “Diyalog süreçleri ailelerle olur. Eğer bir adım atılacaksa, her iki tarafın ailelerinin katılımıyla olmalı” dedi.

‘Güçlü bir adalet mücadelesi var’

Hafıza Merkezi’nden Derya Bozarslan ise çatışmalı süreçlerde yaşamını yitiren çocuklarla ilgili yürüttükleri çalışmalar hakkında bilgi verdi. Ailelerin adalet talebine dikkat çeken Bozarslan, “Cezasızlık ne kadar güçlüyse, adalet arayışı da o kadar güçlü oluyor” dedi.

Kadın çalışmaları yürüten avukat Gözde Engin de, 2013-2015 yılları arasındaki çözüm süreci sonrası yaşanan hak ihlallerine değinerek, barışın toplumsallaştırılması gerektiğini vurguladı.

Oturum, katılımcıların görüş ve önerileriyle sona erdi.

‘Savaş ve çatışma ortamlarının çocuklar üzerindeki etkileri’

Konferans “Savaş ve çatışma ortamlarının çocuklar üzerindeki etkileri” başlıklı ikinci oturumla devam etti.

2’nci oturuma da çok sayıda siyasi parti ile sivil toplum örgütü temsilcisinin yanı sıra Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır katıldı. Moderatörlüğünü DEM Parti Diyarbakır Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Necla Korkmaz’ın yaptığı oturuma, Diyarbakır Barosu’ndan avukat Huriye Hamidi, Diyarbakır Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nden (SHUDER) Erdal Aladağ ve Mezopotamya Psikologlar Derneği’nden Masum Aydın konuşmacı olarak katıldı.

İlk olarak konuşan Huriye Hamidi, çatışma ortamlarının birçok hak ihlalini açığa çıkaran ortamlar olduğuna dikkat çekti. Ulusal ve uluslararası hukukta çocukların başta yaşam hakkı olmak üzere tüm haklarının güvence altına alındığını belirten Huriye Hamidi, “Bunlara rağmen çocukların birçok hak ihlallerine maruz kaldığını görüyoruz. Bunlardan biri yaşam hakkı ihlali olarak karşımıza çıkıyor. Bu süreçte bizler çocukları ya zırhlı araçlarla ya kolluk müdahalesiyle ya savaş arttıklarıyla kaybettik. Biz bu çocuklar için sadece yaşam haklarının ihlal edildiğinden bahsediyoruz. Yaşam hakkı güvence altına alınmış bir hak olarak karşımıza çıkıyor ulusal ve uluslararası hukukta. Çocuk hakları sözleşmesine atıfta bulunacak olursak, ‘Her taraf devlet çocuğun yaşam hakkı olduğunu kabul eder’ der. Düzenlemelere baktığımızda gerçekten yaşam hakkının değerli bir şey olarak görüldüğüne dair bir görüşe sahip oluyoruz ilk bakışta. Devlet yaşam hakkı ihlalinin meydana gelmesini engellemek için her türlü çabayı sarf etmeli, bu açığa çıktığı zamanda etkin yargılamayla sanığı cezalandırmalı. Toplumun adalete olan inancını zedelemeyecek, caydırıcı yaptırımlar uygulamak zorunda. Bunlar tamamen hukuki düzenlemeler. Bir de Kürdistan gerçekliği var. Çok ciddi müdahaleler sonucunda çocukların yaşam hakkının ihlal edildiğini görüyoruz” şeklinde konuştu.

‘Cezasızlığın ortadan kaldırılması gerekiyor’

Huriye Hamidi, Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak takip ettikleri 2015 yılında sokağa çıkma yasakları sırasında katledilen 12 yaşındaki Helin Hasret Şen ve Şırnak’ın Cizre ilçesinde polisin zırhlı araçtan açtığı ateş sonucu öldürülen 12 yaşındaki Nihat Kazanhan dosyalarına dair aktarımlarda bulundu. Huriye Hamidi, “Cezasızlığın ilmek ilmek işlendiği ve sonucu cezasızlığa giden yargılamalar oldu. Güvenlik gerekçesiyle, güvenlik güçlerinin kendilerini korumayı amaçlayan bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkıyor. Bunu sadece hukuki sorun olarak görmememiz gerekiyor, bunu politik tercih olarak da görebiliriz. Mağdurun adalet talebini yok sayan, gerçeği görmeyen bir politika olması dolayısıyla bu süreçte konuşmamamız gereken bir şey. Cezasızlığın ortadan kaldırıldığı bir ortamın yaratılması gerekiyor” diye belirtti.

‘Tanıklık ömür boyu zihinlerinde canlanıyor’

 Erdal Aladağ, 5 ayrı psiko-destek çalışması yaptıklarını belirterek, “Çalışmalarımızda silahlar sustuğunda çocukların zihnindeki savaşın devam ettiğini gördük. Silahlı çatışma, yetişkinlerin başlattığı ama tanığı ve kurbanı olan çocukların olduğu bir durum. Tanıklık daha çok görünmez hale geliyor. Aslında bu tanıklık ömür boyu çocukların zihninde canlanıyor. Çocuklarla birlikte yaptığımız çalışmalarda tekrarlanan sembollerde bunu görüyorduk. Birçok çocuk ayaksız kuş, karanlık güneş gibi imgeler kullanıyorlardı. Bu çatışmalarda sadece fiziksel değil, duygusal ve bilinçsel açıdan da çocukların zarar gördüğünü gösteriyor. Aslında çocukların kendilik algıları yıkılıyor” diye belirtti.

Yaptıkları çalışmalara dair aktarımlarda bulunan Aladağ, “Çocuklar her koşulda yaşama tutunabilirler, yeter ki biz onlara yol açalım” diyerek, konuşmasını sonlandırdı.

Masum Aydın da çocukluk, oyun ve savaş kavramları üzerinde durarak, savaşın çocuklar üzerindeki etkisine ve çocukların oyunlarla dışa vurduğu zihinsel yapısına dair aktarımlarda bulundu.

‘Barış inşasında çocuk’

 Ardından, “Barış inşasında çocuk” başlıklı 3’üncü oturuma geçildi. Moderatörlüğünü Fatoş Yıldız’ın yaptığı bu oturumda ise çocuk hakları alanında çalışma yürüten Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Parti Meclisi (PM) üyesi Barış Ekinci ve Cizre Belediye Eşbaşkanı Abdurrahim Durmuş konuşmacı olarak yer aldı.

İlk olarak söz alan Julîa Cengîdar Xelo, konferansa zoom üzerinden katılarak, deneyimlerini aktardı. Julîa Cengîdar Xelo, savaşın çocuklar üzerinde fiziksel ve psikolojik birçok olumsuz etilleri olduğuna dikkat çekerek, savaş sırasında bunun farkında olmayan çocukların, sonrasında çok zorluklar yaşadığını kaydetti. Julîa Cengîdar Xelo “Özgürleşen bölgemizde özerk yönetim çocuk hakları, kadın hakları, insan hakları noktasında savaşın etkilerini ortadan kaldıracak çalışmalar yürüttü. Ama işgal altındaki bölgelerde çocuk hakları nasıl sağlanacak? Bu savaşların etkisi ne zaman kadar çocuklar üzerinde sürecek?” diye sordu.

Savaştan etkilenen çocuk ve ailelere dair örnekler veren Julîa Cengîdar Xelo, “İşgal altındaki bölgelerde çocuklar çocukluklarını yaşamıyor. Çocuk haklarını savunuyoruz ama gücümüz bu çocukları kurtarmaya yetmiyor. Çünkü her açıdan saldırı oluyor. Özel savaş politikaları uygulanıyor, fiziksel savaş uygulanıyor… Çok büyük zorluklar yaşıyoruz. Çocuklara elini uzatanlar var, ailelerin de bu konuda bilinçlenmesi gerekiyor. Özel savaş politikaları her kesim üzerinde uygulanıyor. Kirli bir akıl  yaratıyor. Çocuklarımız geleceğimiz. Çocuklar bu kirli psikolojiyle büyürse, yarın bu akılla toprağını savunamaz. O yüzden düşman elini çocuklara uzatıyor. Çocuklara el uzatıldığı zaman buna gözümüzü kapatmamalıyız. Bizde Sterk Derneği olarak bu çocukları kurtarmayı amaçlıyoruz. Ailelerle, çocuklarla ne yol varsa yürüyoruz” diye kaydetti.

‘Nefreti kırmamız gerekiyor’

 Barış Ekinci, savaşı sadece silahlı mücadele olarak görmenin, toplumu yanlış bir barış sürecine de götürebileceğine dikkat çekerek, “Bu süreçte çocuk özelinde bütün bir toplumun sorunlarının bütününü işlemek gerekiyor” dedi. Ekinci, dünya barış deneyimlerine dair aktarımlarda bulunarak, “Birde Kürdistan gerçekliğine bakmak lazım. ‘Barış ve demokratik toplumun’ tartışıldığı bu süreçte çocukların aslında özne olarak yer alabilmeleri için öncelikle bilgiyi eşitlemek gerekiyor. Sürece eşit katılım meselelerini işlemek zorundayız. Çocukları özne olarak almamız gerekiyor. Nefretin örgütlenmesini engellememiz gerekiyor. Kürdistan’da 3 nesildir barış diyen bir nesiliz ama kolluktan gördükleri şiddetle çocuklarda nefreti örgütleyebiliyorlar. Ya da faşizmin Kürt olmayan çocuklar üzerindeki nefret etkisini de kırmak gerekiyor. Bizim bu nefreti bugünden kırmamız gerekiyor” diye belirtti.

“Savaşın ortaya çıktığı nedenler ve toplumdaki kaygılar giderilemeden aslında onurlu barış inşasına gidilmez” diyen Ekinci, “Çünkü aslında barış dediğimiz şey de kolonyal olarak inşa edilebilir. Biz bu savaşın onurlu bir barışa sona ermesini istiyoruz. Kürdistan’da yaşayan çocukların kimlikleri bir nefret halindeyken, özne kimlik haline gelebiliyorsa bunun yasal güvence altına alınması gerekiyor. Savaşın tekrarlanmaması için savaşı ortaya çıkaran inkar ve asimilasyonun bir daha ortaya çıkmayacağı adımların atılması gerekiyor” diyerek, bunun için meclise büyük sorumluluk düştüğünü vurguladı.

‘Çatışmalar oyun gibi geliyordu’

Abdurrahim Durmuş ise çatışma ortamlarında geçirdiği çocukluğuna, deneyimlerine dair aktarımlarda bulundu. Durmuş, “Savaş kararını biz veriyoruz. Ama savaşın en büyük mağdurları çocuklar oluyor ama maalesef bu savaşın durması için, barışın inşası için fikirleri alınmıyor” dedi. Durmuş, çocukluğuna dair tanıklıklarını şu sözlerle aktardı: “Bizde kendimizi savaş, çatışma ortamında gördük. En çok çatışmanın yaşanan yıllar 90’lı yıllardı. Ben o şartlarda büyüdüm. Maalesef o şart ve koşullarda polislerle girdiğimiz çatışmalar oyun gibi geliyordu bize. 2008’in 15 Şubat’ında oyun olmadığını anladım. Arkadaşımız zırhlı araçla katledildi. Orada değildim ama o hırsla öbür gün sokağa çıktım. Onlarda binlerce kişiyi gözaltına aldılar. O zaman 16 yaşındaydım. Cezaevine girdim. Gardiyanların zulmü de onların ki gibi devam etti. Çocukluk nedir bilmiyorlardı. ‘Çocuk yok, sonuçta o terörist’ şeklinde yaklaştılar. Aynı sokaktan 20 kişi aynı koğuştaydık, orayı da oyun alanı haline getirdik. Çok büyük bir travmaydı.”

Durmuş, “Hepimizin çocukluğu gönlümüzde hapis kalmış. O yüzden o gönlümüzdeki, hapisteki çocuk için her şeyi yapmamız gerekiyor. Çocuklar sadece savaşın mağduru değil, aynı zamanda barışın anahtarı da onların elinde. Barış inşası, oyun alanlarının inşasıdır” diye kaydetti.

Üçüncü oturum soru-cevap kısmının ardından son buldu. Ardından forum gerçekleştirildi. Burada konferansa katılan görüş, öneri ve taleplerini aktardı.

Konferans, DEM Parti Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü İhsan Seylan’ın yaptığı kapanış konuşmasıyla sonlandı. Seylan, gün boyu yapılan tartışmalara dair hatırlatmalarda bulunarak, “Çocuk, barış, özgürlük” dedi.

Konferansın sonuç bildirgesi önümüzdeki günlerde açıklanacak. (MA)