Neoliberalizm cenderesini kırmak için kooperatifleşmek bir seçenek midir?
Süleyman Karan 22 Eylül 2025

Neoliberalizm cenderesini kırmak için kooperatifleşmek bir seçenek midir?

“Duran saat bile günde iki kez doğruyu gösterir” deyişi vardır ya, gerçekten de öyle… Söz konusu bu rejim olduğunda, günde olmasa da ayda yılda bir doğruyu gösterebilir. İşte böyle istisnaî gelişmelerden biri de geçen hafta yaşandı. Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda; ilgili bakanlıklar, kamu kurumları ve sektör temsilcilerinin katkılarıyla yürütülen ‘2025-2029 Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı’nın (TÜKOSEP) tanıtım töreni Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Toplantıya Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Işıkhan, Sanayi ve Teknoloji eski Bakanı Mustafa Varank ve çok sayıda kooperatif ortağı katıldı. Saydığım bakanlıkar kooperatif eylem planıyla doğrudan ilgili bakanlıkların bazıları… Bu toplantının öncesinde de TÜKOSEP’e ilişkin genelge, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlandı.

Uluslararası Kooperatifler Yılı’nın bir müsamerasi olarak kalmaması için!..

Genelgede, “Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ‘2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ doğrultusunda 2025 yılının ‘Uluslararası Kooperatifler Yılı’ ilan edilmesiyle tüm dünyada kooperatiflerin ekonomik ve sosyal kalkınmadaki kritik rolü bir kez daha gündeme gelmiştir” saptaması yer alıyor. Umarım ki, bu BM’nin önceliklerini görmezden gelmemek için hazırlanmış bir eylem planı olup sonradan tozlu raflarda unutulmaz. Genelgede, kooperatiflerin iklim değişikliği, gıda güvenliği ve sürdürülebilir kalkınma gibi birçok küresel konuda aktif rol oynadığına vurgu yapılıyor. Ulusal ve uluslararası alanda etkin kooperatif uygulamalarına ilişkin farkındalığın artırılması, bu dönemde yenilikçi bir stratejiyle kooperatifçilik politika ve uygulamalarına yön verilmesine ihtiyaç duyulduğu vurgulanıyor. Biraz eksik, biraz güncel sorunlara endekslenmiş olsa da hiç yoktan iyidir.

12 Eylül, kooperatifleşmeye büyük bir darbe indirmişti

Türkiye’de 1970’lı yıllarda hızla gelişen bir kooperatifleşme eğilimi vardı. Devam edebilseydi, hatalarıyla sevaplarıyla başta tarım olmak üzere, gıda, konut, tekstil, mobilya gibi üretici sektörlerde daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme sağlanabilirdi, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmada çok daha farklı bir yerde olabilirdi Türkiye. Olmadı, 12 Eylül Askeri Darbesi siyasete, sendikalara nasıl bir darbe vurduysa, benzer bir darbeyi de kooperatifçiliğe vurdu. Günümüzde üretici birliklerinin ve kooperatiflerin hali ortada ve onların eksikliğinde, gerek üreticiler rekabet avantajlarını kaybettikleri için çok ciddi bir sömürü altında, tüketiciler ise kalitesiz ürünleri çok yüksek fiyatlara edinmek zorunda… Eklemek gerekir ki, perakende başta olmak üzere, pek çok sektörde oligopol piyasa koşullarının oluşmasının bir sebebi de kooperatifleşmenin bu ülkede geri bıraktırılmış olması.

‘Halk kapitalizmiyle’, kapitalizmi biraz da olsa dizginlemek

Oysaki kooperatifler kapitalist sistemin agresif kâr odaklılığını, tekelleşmeyi, üretimden nihaî tüketiciye kadar olan tedarik zincirinde verimsizliği, israfı ve yağmayı bir ölçüde de olsa önleyecek önemli kuruluşlar. Aynı zamanda sosyoekonomik gelişmeye destek verecek katılımcı mekanizmalar… Bir tür ‘halk kapitalizmi’ mekanizması olarak tarif etmek de mümkün. Dünyada çok başarılı uygulamalar var ve bazıları küresel ölçekteki dev şirketlerle bile rekabet edecek güce erişebiliyor. Tarihe baktığımızda, genellikle sosyaldemokrat ve sosyalist hükûmetlerin iktidarda olduğu dönemlerde kooperatiflerin geliştiği ve yaygınlaştığı görülüyor.
Bugün Avrupa Birliği’nde 165 milyonu aşkın paydaşıyla, 250 bin kooperatif faaliyet gösteriyor. Uluslararası Kooperatif Birliği’nin verilerine göre, dünya genelinde 3 milyon kooperatif bulunuyor. Dünya nüfusunun yüzde 12’si bir kooperatifin paydaşı… Kooperatiflerin toplam cirosu ise 2.4 trilyon doları geçiyor.
Türkiye’ye gelince… Eylem planının tanıtım toplantısında “Türkiye’de ise 6.5 milyonu aşkın yurttaşın paydaşı olduğu 62 bin kooperatif var” açıklamasını yapan Erdoğan’ın verdiği rakamlar ise sanırım doğru değil… 2012-2016 TÜKOSEP döneminde, devlet ve kooperatiflerin işbirliğinde çalışılarak mevcut sorunlara planlı şekilde çözüm önerileri getirilirken,  faal olmayan 35 bin 366 kooperatif tasfiye edilmiş, böylece hem ekonomiye katkısı olmayan kooperatiflere ilişkin emek ve zaman israfı önlenmiş hem de sektöre ilişkin politikalar geliştirilirken, kullanılan veriler daha gerçekçi kılınmış. Bu, gerçek anlamda faaliyette bulunmayan kooperatiflerin tasfiye edilmesi ve kooperatifçiligin gerçek boyutlarının anlaşılması ve ona göre eylem planlarının gözden geçirilmesi açısından önemli. 2025 yılı itibarıyla, Ticaret Bakanlığının verilerine göre; Türkiye’de 11 bin 818 kooperatif faaliyet yürütüyor. Kooperatifler birliği sayısı 93, kooperatif merkez birliği sayısı üç, ulusal kooperatif birliği sayısı bir… Bu birliklere üye kooperatif sayısı ise bin 394. Rakamlardan da anlaşılacağı üzere, dikey örgütlenmede, yani birlik şeklinde örgütlenmede bir zayıflık söz konusu.

Sadece ekonomik değil, toplumsal dönüşüm için de önemi büyük.

Kooperatiflerin sosyal yaşama destek ve ekonomiye katkı sağlamada çok önemli bir işlevi var. Tarımsal amaçlı kooperatifler ortaklarına girdi desteği sağlama yanında, ortaklarının ürününü satın alıp işleyerek tarımsal üretimin sürekliliğine katkı sağlıyor ve kırsal alanda istihdam imkânı yaratıyor. Eğer ki gelecekte tarım sektörünün içinde bulunduğu yapısal sorunları çözmek hedefleniyorsa, bu kooperatiflerin sayısının artması, bölgesel ve alt sektörel birliklerin oluşturulması şart… Aynı şekilde esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatiflerinin de öyle! Bu hem ölçek ve verimlilik sorunlarını çözmek hem de tedarik aşamasında rekabet avantajını artırmak için olmazsa olmaz.

Bazı adımlar atılmış, teşvik programları da yolda…

Ticaret Bakanlığının 2012-2016 TÜKOSEP çalışmalarını özetleyen raporun bir bölümünde; o dönemde 21 kooperatif üst kuruluşunun kendi strateji belgesini hazırladığı, 52 akademik tez yayımlandığı, 2012 yılından önce Türkiye genelinde dokuz üniversitede lisans düzeyinde kooperatifçilik programı bulunurken, 2012-2016 yılları arasında 28 üniversitede kooperatifçilik anabilim dalı açıldığı belirtiliyor. Ayrıca kooperatifçilik anlayışına yeni bir bakış açısı getiren farklı alanlara hizmet etmeyi amaçlayan 178 kooperatif kurulmuş. Özellikle farklı bakış açısı ve sektörel yaygınlaşmanın, Türkiye’de kooperatifleşmeyi geliştirmek açısından önemli olduğunu vurgulamak gerek. Genelde kooperatifçilik dendiğinde, aklımıza gelen, tarım, esnaf ve sanatkâr kooperatifleri oluyor. Yani klasik bir üretici sektörle küçük ölçekli üretim ve ticaret, bir de buna yapı kooperatiflerini ekleyelim…

Klasik ekonomi sektörleriyle sınırlı kalmayacak bir vizyon

Oysaki gerek klasik ekonomi sektörlerinde gerekse yeni ekonomi alanlarında kooperatifleşme Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlayabilir. Söz gelimi nakliye sektöründe verimliliği artırmak açısında kara nakliyatında hızlı bir kooperatifleşme süreci, başta tarım ve küçük ölçekli sanayi açısından önemli bir kazanım sağlayabilir. Hem nakliye maliyetleri bir ölçüde düşer hem de pazarlara erişim olanakları artar. Bunun yanı sıra, hemen her nihai ürünün nakliye süreçlerinde karbon ayak izi azaltılabilir. Kamyonlar tam doluluk oranlarıyla hareket edebilir iyi bir planlamayla… Bunun başarılı olması içinse sadece kooperatifleşme değil, sektörel ve ulusal ölçekte kooperatiflerin merkezîleşmesi, yani ulusal ölçekte birlik halinde örgütlenme gerekir.
Aynı uygulamaları yeni ekonomi sektörlerine taşımak da mümkün. Bugün biliyoruz ki binlerce genç girişimci gerek oyun, gerek yazılım gerekse diğer yeni ekonomi sektörlerinde risk sermayesi şirketlerinden ya da melek yatırımcılardan yatırım sermayesi peşinde koşuyor. Bunların çok küçük bir bölümü sermayedar bulup bir start-up kuruyor. Kurulan start-up’ların önemli bir bölümü ise başarısız oluyor. Bu genç girişimcilerin bir araya getirilip kooperatif tarzı örgütlenmelerini sağlamak, Türkiye ekonomisine önemli katkılar sunabilir. Bunun için de devletin ya da İstanbul Ticaret Odası’na bağlı Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi gibi kurumların önayak olması mümkün.
Ve bunları başarmak için akılcı, hedef odaklı, merkezi yönetimle yerel yönetimlerin eşgüdüm içinde destek verdiği bir ortak girişim ikliminin geliştirilmesi zorunlu. Ve ne yazık ki Türkiye’de pek içselleştirilmemiş olan paydaşlık kültürünü yaygınlaştırmak en önemli meselelerden biri. Bu eylem planının bu konuya özellikle vurgu yapıyor olması umut verici…

Neoliberal, bir o kadar yolsuz bir sistemde bu nasıl olacak?

Peki tüm bu hedefleri, neoliberal ekonomi politikaları benimsemiş bir iktidarın hayata geçirmesi mümkün mü? Bu soruya yolsuzluk ve yeğenciliğin bu denli yaygınlaşmış olduğu bir ortamın varlığını da ekleyelim. Herhalde en büyük engel bu olur. Söz gelimi ormanların küresel maden şirketleri ve onların yerli ortakları tarafından talan edildiği bir dönemde, orman köylülerinin kooperatifleşmesine ne kadar destek çıkabilir kamu otoriteleri?…

Yani çiftçilere, esnaf ve sanatkârlara kooperatif bilinci aşılamak güzel de, bu çıkar ağları, kayırma ve agresif kâr anlayışı üzerine inşa edilmiş sistemde bu mümkün mü? Açıkçası değil. Zihniyet devriminin tepeden tırnağa merkezî yönetimden başlaması gerek…

Geçmişteki yanlışlar bu kez tekrarlanmazsa…

Ancak iş verilecek teşviklerle, Kredi Garanti Fonu’dan sağlanacak uygun kredilerle ya da akademik çalışmalarla başarılacak bir iş değil. Sistemin baştan sona değişmesi lazım ki, bu hedeflere ulaşılabilsin. Yoksa geçmişte de olduğu gibi; yolsuzluğa bulaşmış kooperatifler, birbirlerine düşmüş paydaşlar ve ‘kooperatif ağaları’yla yeniden yüzleşmek işten bile değil.

Orta sınıf fantezi kooperatifçiliğinden, akılcı ve sürdürülebilir yaklaşımlara

Bu tespitlerden dolayı sistemi eleştirip, bahanelere sığınarak hiçbir şey yapmamak bir seçenek olamaz tabiî ki. Kooperatifleşmeyi desteklemek, bu alanda sorumluluk üstlenmek sosyalistlerin, sosyaldemokratların ve radikal demokratların siyasî görevi olsa gerek. Rejim tarafından ortaya konulmuş olsa bile, böyle bir eylem planı fırsatını elinin tersiyle itmek olmaz! Ancak bugüne kadar bu çevrelerin kooperatifleşme girişimlerini de eleştirmeden geçmemek gerek. Kendinden menkul birkaç ‘uzman’ın rehberliğinde kurulan tüketici ve kadın kooperatiflerinin nasıl ‘orta sınıfın hobi bahçesi’ halini aldığını, yüksek fiyatlarla ‘eş-dost’un sözde organik ürünlerinin pazarlanmaya çalışıldığını gördük fazlasıyla!.. Her şeyi yerel yönetimlere yıkıp bunun üzerinden ahkam kesen bu anlayışın herhalde bir alternatif geliştirmesi mümkün olmasa gerek. Akılcı, sınıfsal, verimlilik ve sürdürülebilirlik hedefi olan bir yaklaşım geliştirmenin ve bu eylem planından fayda yaratmanın zamanı olabilir şimdi. O da bu ekonomik koşullarda orta sınıfa ve dar gelirliye saçma fiyatlarla kiraz kurusu satmaya kalkmak gibi fantezilerle gelmemekle mümkün olsa gerek!

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.