ABD Devlet Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir araya gelmesi öncesinde, Türkiye medyasında yandaşı muhalifi büyük bir heyecan girdabına girmişti bile… Her zamanki gibi yandaş medya ‘destanlar’ yazıyor, muhalif medya ise bir ‘skandal’ peşinde koşuyordu. Her ikisi de oldu! Şu müstemleke valisi kılıklı, Batı Asya’yı bir koyun tüccarı yaklaşımıyla yeniden dizayn etme görevi verilmiş ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın deyimiyle ‘epik’ bir zirve tarifi, yandaş medyanın ‘destansı’ beklentilerine tam tersinden bir ‘destan’ı tanımladı. Zaten ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da “Türkiye dahil pek çok ülke yalvarıyor” demecinin ardından böyle bir tarif de cuk oturmuş oldu! Gerçekten de ABD açısından epik, Türkiye açısından trajik bir hikâye yazıldı!..
Muhalif medyanın beklediği skandal ise gerçekleşmedi. Yani bir restleşme, ekranlar önünde bildik bir anlamda herhangi bir skandal yaşanmadı. Çünkü hoş beş, karşılıklı övgüler eşliğinde yapılan anlaşmaların hemen hepsi skandaldı! Hangisini ele alırsanız alın, Türkiye ekonomisine zarar verecek anlaşmalardı. Aynı şekilde bu zirve bir şeyi daha gözler önüne sermiş oldu, Türkiye yeniden ABD ve Batı Blokunun dümen suyuna giriyor.
Bir pazarlıkta hep kaybeden olur mu? Görüldüğü üzere olur
Görüşme öncesinde ortaya atılan dedikoduların pek çoğunun doğru çıkmış olması ise bize, her iki ülkenin yetkilileri arasında uzun süren bir pazarlığın yapıldığını ortaya koyuyor. Buna ne kadar pazarlık denebilirse! Zira pazarlıklarda bir taraf biraz daha fazla kazanır diğer taraf biraz daha az… Oysaki bu anlaşmaların hemen hepsinde görülen tek bir şey var, ABD çok kazandı, Türkiye hemen her anlaşmada kaybetti. Kaybedilen sadece ticaretle ilgili de değil, Türkiye yeni bir dünya kurulurken, en azından bir ‘oyun bozucu’ olma rolünü kaybetmiş oldu. Yeniden Batı Blokunun askeri gücünden faydalanacağı ve Avrasya’yı kuşatmakta kullanışlı bir ‘ortak’ rolü vereceği bir ülke konumuna gerileme ihtimalinin çok yüksek olduğu bir sürece girmiş görünüyoruz.
THY’nin siparişleri normal ama tedarikçi anormal
Şimdi siyasi ve jeopolitik açıdan ne getirip götürdüğünü bir kenara bırakıp ekonomik açıdan nelerle karşı karşıya kalacağımızı şu anlaşmalar çerevesinde yorumlamakla yetineceğim. Önce dünyanın en ‘kirli’ şirketlerinden biri olan Boeing ile yapılan anlaşmayla başlayalım. Aslına bakarsanız; THY’nin farklı modellerde toplu uçak siparişi vermesinde şaşılacak bir şey yok. Bunu, her havayolu şirketi belli dönemlerde yapmak zorunda. Ancak bu kez siparişte fazlasıyla kayırılan bir tedarikçi olarak Boeing’in öne çıktığı dikkat çekiyor. Meselenin bir yönü bu, bir diğer yönü ise Boeing’in bugüne kadar gerek yönetimiyle gerekse ürünleriyle oldukça berbat bir geçmişe sahip olması…
Hiç güven vermeyen bir uçak üreticisi
THY genellikle iki büyük uçak imalatçısına, Airbus ve Boeing’e dengeli siparişler verirdi. Uçak sayısı farklı olsa da ödenecek miktarlar birbirine yakın olurdu. 2023 yılında Boeing’in içinde olduğu sıkıntılar ve ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin limonî olması sebebiyle, Airbus’a 335 uçaklık bir sipariş vermişti THY. Yaklaşım mantıklıydı, çünkü Boeing hem ürün kalitesi hem de teslimatlar konusunda güven veremiyordu. Şimdi bu dengelenmeye çalışılıyor gibi sanki. Ancak anlaşılan o ki, anlaşmanın ayrıntıları henüz netleşmiş değil. Havayolu sektörüyle yakından ilgili gazetecilere göre, Boeing’e verilen 225 uçaklık siparişte, dar gövde yolcu uçakları ağırlıkta olacakmış. Uzun mesafelerde tercih edilen çift koridorlu 787 modelleri ise daha az. Listede; 787-9, 777, 737 MAX, yeni nesil 737’ler ve 777 kargo uçakları yer alıyor. Teslimatlar ise 2035 yılına kadar peyderpey gerçekleşecek. İlk teslimatların 2029 yılında yapılması bekleniyor. Böylelikle 2035’e gelindiğinde THY filosu 800 uçaklık bir seviyeye yükselecek, filo gençleşecek. Ancak filodaki çeşitlilik dengesi ne olacak? İşte o tartışmalı…
MAX serisinin geçmişi büyük kazalarla dolu
Bir diğer mesele ise gerek tedarikçinin gerekse ABD’nin bu tip stratejik konularda güven vermemesi!.. Herhangi bir diplomatik krizde Washington yaptırımlar uygulamaya kalkarsa bu teslimatları koz olarak kullanabilir. Bundan da kötüsü Boeing, tarihi boyunca insan hayatını hiçe saymış bir üretici… Tasarruf tedbirleri ve yönetim hataları nedeniyle bugüne kadar binlerce insanın hayatına mal olmuş uçak kazalarının baş sorumlularından biri! Son olarak MAX serisinde yaşanan kazaların hemen hepsinde tasarım ve üretim hatası olduğu ortaya çıkmıştı. Sipariş listesinde MAX serisinde 100 uçak olduğu söyleniyor! Firma batma noktasına geldiğinde ABD hükûmetlerinin milyar dolarlık destekleriyle ayakta kalabildi. Bu destekleri alabilmesinin sebebi ise devlet yetkilileriyle kurduğu rüşvet çarkından başka bir şey değildi. Neresinden bakarsanız bakın, sabıkalı bir tedarikçiden söz ediyoruz. Ve bu firma bu anlaşmayla yaklaşık 44 milyar dolarlık bir gelir elde edecek.
Niye Nijerya’nın LNG’sini ABD firmasından alacağız?
Gelelim iler tutar tarafı olmayan şu sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşmasına… Bu anlaşmanın bir politik dayatma olduğu o kadar belli ki!.. ABD’nin iki amacı var; ilki Türkiye ile Rusya arasındaki enerji ticaretini baltalamak ve iki ülke arasındaki ilişkileri sabote etmek diğeri ise fahiş fiyata LNG satarak ABD merkezli şirketlerin kârına kâr katarken, küresel doğalgaz piyasasında elini güçlendirmek. Ve yine enerji gibi stratejik bir sektörde böylesi bir anlaşmayla, eğer bir gün Ankara ile Washington arasında bir kriz yaşanırsa bu tedariki durdurma kozuna sahip olmak. Bunu yapabileceğini gerek F-16 gerekse F-35 krizlerinde görmüştük. Bu anlaşmayı koparmak için, ABD’nin daha baştan ‘Rusya ile enerji ticaretini kes’ talebiyle el yükseltip imza atılmasını sağlamayı başardığını düşünüyorum açıkçası.
Bu arada hatırlatmakta fayda var, Rusya’ya ciddi bir borcumuz var. Ertelene ertelene bir hal oldu. Doğalgaz alımları sebebiyle BOTAŞ’ın Gazprom’a olan borcunun 30 milyar dolarlar seviyesinde olduğunu iddia eden de var 15 milyar dolar civarında olduğunu da… Rusya, bu borcu siyasî sebeplerle bugüne kadar erteledi ve 2023 seçimlerinde Cumhur İttifakı zora girmesin diye hükûmeti sıkıştırmadı. Bu anlaşmanın ardından Putin’in o kadar da yumuşak davranmaması beklenebilir. Bu da ayrı bir mesele olarak bir köşede dursun şimdilik!
Enerji güvenliğinde yeni bir zayıf halka
Siz bazı medya organlarındaki maaşa bağlanmış ve ülke çıkarları umurunda olmayan sözde gazetecilerin ve kanaat önderlerinin bu anlaşmayla enerji tedarik çeşitliliği sağlandığına ilişkin iddialarını çöpe atın. Bu anlaşma her açıdan Türkiye’nin zararına ve akıldışı bir anlaşma! Wall Street Journal’da yer alan habere göre, 20 yılık bu LNG anlaşmasının toplam maliyeti 43 milyar dolar olacak. Tedarikçi firmanın adı Mercuria… 20 yılda 70 milyar metreküp LNG’yi temin edecek bu firma ihya olacak bu sayede. Tabii ki Amerikan sermayeli olduğunu söylemeye gerek yok. Peki LNG’yi nereden temin edecek? Büyük bir bölümünü Nijerya’dan… Yani Nijerya gazını üstüne büyük kârlar koyarak bize satacak! Peki hani biz Çin’in ardından Afrika’daki en büyük aktördük. Hani Afrika ülkeleri bizi, kurtarıcı ve sömürge muamelesi çekmeyen bir ‘ağabey’ gibi görüyordu. Eğer mesele enerji güvenliği ise neden biz bu LNG’yi doğrudan Nijerya’dan almıyoruz da araya bu ABD şirketini sokuyor ve daha fazla para ödemek zorunda kalıyoruz? Bence bunun akla yakın hiçbir cevabı olamaz.
Nükleer enerjide aktör olma sevdası da buraya kadarmış
Yine enerji sektöründe önemli bir değişim getirecek bir anlaşmayla devam edelim. İkinci ya da üçüncü nükleer santral yapımı ABD’li bir şirkete verilecek. Tabii ki mesele yine siyasî ve Türkiye’nin nükleer aktör olmasını engellemek amacıyla Washington tarafından dayatılan bir anlaşma… Hani utanmasalar “İran’ın başına neler geldi gördünüz” diyecekler. Gerçi bu densizler bunu bile söylemiş olabilir ve yetkililer de bunu yutmak için bir bardak soğuk su içmiş olabilir! Bu konuyla ilgili herhangi bir ayrıntılı bilgi henüz yok. Ancak Rusya ve Çin’in Türkiye’deki nükleer eneriji yatırımlarının önünü kesmeye yönelik bir hamle olduğu söylenebilir. Büyük olasılıkla maliyeti de daha yüksek olacaktır. Eğer ki yer seçiminde İğneada yine gündeme gelirse negatif dışsallıklarını saymakla bitirmek mümkün olmayacak!
Uçağın motoru olmazsa uçamazmış bunu da öğrenmiş olduk artık!
Peki ya şu F-16 ve F-35’ler ne olacak? Orası hâlâ belirsiz… S-400 meselesi çözülmeden galiba pek bir şey olmayacak. S-400’ü başka bir ülkeye satmak ya da konuşlandırmak ise Türkiye’nin savunmasında Batı Bloku’na bağımlılığı misliyle artıracak ve ulusal güvenlikte önemli bir gedik açacak bu kesin. Belki F-16 meselesi çözülür ama F-35’leri unutun! Oysaki, Rusya, Türkiye’ye birkaç yıl öncesinde Suhoy savaş uçaklarını birlikte üretme önerisi getirmişti. Pek kahraman ve dik duran AK Parti hükûmeti tabii ki böyle bir cesareti gösteremedi! Ve savaş uçağı filosu ve hava savunmasında ABD’nin keyfini beklemeye devam ederken, İsrail ve Yunanistan, bu alanda önemli adımlar attı ve atmaya devam ediyor.
İyi de bizim ‘Kaan’ımız var, ABD’ye muhtaç değildik hani? Öğrendik ki bir savaş uçağı motoru olmadan uçamıyormuş! Bunu bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ağzından duymak ayrıca manidâr. Yerli ve milli uçağımızın motorunu meğer ki ABD’den almamız gerekiyormuş. Ve CAATSA yaptırımları sebebiyle o motor gelmiyormuş. Yani yerli ve milli bir uçağımız yok ama bir planörümüz olabilir! Trajikomik değilse bu nedir peki?
Epik mi distopik mi?
Tüm anlaşmalara değinmeyeceğim, ancak bir tanesi daha var ki, o da özellikle zaten yapısal sorunların devasa boyutlara ulaştığı tarım sektörüne bir darbe daha vuracak. Karşılıklı gümkrük tarifelerinin indirilmesi ya da sıfırlanması sonucunda, Amerikan tarım ürünlerini ithal etmek daha da kolaylaşacak. Hububat, baklagil ve yağlı tohum üreticilerinin rekabet gücü iyiden iyiye zayıflarken, gıda güvenliğimiz de artık sadece lafta kalacak.
İşte size epik mi epik bir zirve… Öyle epik ki tarihe geçecek! Üç-beş övgü ve ‘meşruiyet ianesi’ karşılığında ülkeye zarar verecek ne kadar anlaşma varsa imzalayarak bir ‘destan’ daha yazılmış oldu. Bedelini hep birlikte ödeyeceğiz, sanki yeterince bedel ödemiyormuşuz gibi!