Sivil toplum örgütlerinin barış süreçlerindeki etkinlikleri tüm dünyada oldukça önemli bir yer tutuyor. Dünya örnekleri bizler için oldukça öğretici olsa da her ülkenin kendisine has özellikleri var. Hele hele bizde yürüyen ve adının koyulmasından dahi imtina edilen “süreç”, diğer örnekler içinde öğretici doneler barındırıyor ve barındıracak gibi…
Dünya’daki barış süreçlerinde kolaylaştırıcı olarak bulunmuş diplomat, gazeteci ve aktivistleri zaman zaman Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle buluşturan ve oldukça verimli toplantılara, bir önceki çözüm sürecinden beri azimle devam eden bir yapı DPI – Demokratic Progress İnstitute. Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara’da bu kez “Barış İnşasında Sivil Toplumun Rolü” başlığıyla, yine DPI tarafından gerçekleştirilen ve iki oturum olarak tasarlanan toplantı katılımcılar için oldukça verimli geçti. Hak İnisiyatifi adına katıldığım toplantı öğretici olmasının ötesinde sonraki çalışmalar içinde ufuk açıcıydı…
Baro başkanlarının, insan hakları örgütlerinin ve çeşitli sivil toplum örgüt temsilcilerinin katıldığı oturumlara CHP, DEM Parti ve Yeni Yol’dan milletvekili düzeyinde gerçekleşen katılımlar, siyasetçiler ile sivil toplum örgütlerinin birbirini dinlemesi açısından da çok faydalıydı. Aynı zamanda mecliste kurulan komisyonun da üyesi olan vekillere, komisyonun faaliyetleri ve eksiklikleri konusunda direk eleştirilerde bulunmak, sivil toplum örgütlerinin siyasete ulaşmasının sorunlu olduğu bir ülke için oldukça değerliydi. Komisyonun dinleme faaliyetlerinin ardından yazacağı raporu ve bundan sonraki çalışmalarını takip etmek ve eleştirel bir perspektif ile ele almak sivil toplumun önündeki görevlerden biri olarak gözüküyor…
Sivil Toplumun barış süreçlerindeki pozisyonunu siyasi karar alıcılar ile toplum arasında konumlandırmak doğru bir yaklaşım olabilir. Ancak sürecin bizdeki gibi ilerlediği durumlarda siyasi karar alıcılara etki etmek oldukça zor. Şeffaf ilerlemeyen, hatta adını dahi farklı koyduğumuz süreçte asıl karar alıcılar olarak kişiler gözüküyor. Bahçeli, Öcalan ve Tayyip Erdoğan’ın başat belirleyici olduğu bir durumda komisyonun çabalarının bile ne kadar etkili olacağı halen şüpheli…
Birçok dünya örneğinde sivil toplum örgüt temsilcilerinin, diplomatların, bağımsız kanaat önderlerinin, hatta uluslararası kurumların izleyici ve kolaylaştırıcı pozisyonda yer aldıkları biliniyor. Ancak şimdiye kadar Türkiye’de böyle bir konu gündem edilmiş dahi değil…
Son tahlilde elimizde sivil toplum örgütlerinin yapabileceği tek bir şey kalıyor, o da toplumsal kesimlerle irtibat kurarak, çeşitli toplantılar ile barış meselesini konuşulabilir kılmak. Her ne kadar karar alıcılar tarafından “terörsüz Türkiye” “ittifak” vs. gibi kavramlarla anılsa da sivil aktörlerin meseleye “çözüm ve barış” perspektifiyle bakmaları oldukça önemli. Çözüm ve Barış perspektifi, negatif barıştan pozitif barışa evirilme aşaması içinde olmazsa olmaz. Sonuçta çözümü arzulayan herkesin ortaklaştığı nokta, silahsızlanmanın barışı getirmeyeceği yönünde…
Toplumun barışı, çözümü, süreci, adına ne dersek diyelim onu konuşmasının önünde de ciddi engeller var. Her şeyden önce düşünce özgürlüğünün olmadığı, bugün söylediğiniz sözlerin on yıl sonra karşınıza ceza olarak çıkma ihtimalinin olduğu bir vasatta topluma “gel de konuş, fikrini söyle, tartışalım” demek oldukça zor. Bu konuda sivil toplum örgütlerinin bütün riskleri göze alarak yapacağı çalışmalar tabi ki etkili ancak asıl muhatap olan toplumsal kesimlerin sözlerini söyleyebilmeleri için hukuki düzenlemelerin yapılması acil bir mecburiyet. Sivil toplum örgütlerinin en önemli handikaplarından birisi bu iken bir diğeri de ekonomik alt yapılarının yetersizliği olarak görünüyor…
DPI toplantısında bahsettiğimiz bu konularda sivil toplum örgüt temsilcilerinin oldukça ciddi öneri ve tespitleri oldu. Benim not aldıklarımdan bazılarını paylaşmaya çalışayım;
- Meclisteki komisyonda zaten birlikte çalışan farklı partilerden milletvekillerinin kendi bölgelerinde yine birlikte toplantılar yaparak toplumsal kesimleri bilgilendirmeleri ve konuşmaya, tartışmaya teşvik etmeleri çok güzel bir öneriydi bence. Gerçekleştirilebilir mi, partiler veya vekiller bu öneriyi ciddi olarak ele alırlar mı bilemiyorum ancak eğer gerçekleştirilirse sürecin toplumsallaşması açısından ön açısı bir faaliyet olur…
- Çatışmalı sürecin Türkiye ekonomisine maliyetinin anlatılması da oldukça önemli. Bu konuda çalışma yapan STK’ların ve odaların olduğunu öğrenmek oldukça sevindirici. Bu konunun toplumsal kesimlere anlatılması gerekiyor ki “kazandıklarımızın” kaybettiklerimizi satın almamıza yetmeyeceğini anlayabilelim. “Barışın kazandıracakları, çatışmanın kaybettirdikleri” olarak ifade edilen motto bence oldukça yerinde bir anlatıya temas ediyor…
- Bir önceki çözüm sürecinde akil insanlar heyetlerinin bölge toplantılarının meselenin toplumsallaşması açısından oldukça önemli olduğu ve toplumun konuşması, tartışması açısından çok faydalı olduğu bence bir gerçek. Bu sebeple belki ““sivil” akil insanlar heyetleri” sivil toplum örgütleri tarafından organize edilebilir. Kaynak vb. sorunlar bu önerinin önünde engel gibi dursa da toplumda tanınmış ve itibar sahibi kişilerin katılacağı etkinlikler toplumun konuşması için faydalı olabilir. Bu toplantılarda şeffaf olmayan sürecin propagandasını yapmak olmamalı tabi ki faaliyetin amacı. Ancak olması gereken bir perspektifi toplumsal kesimlere sunarak onları katkı ve eleştiri yapmaya davet etmek ciddi bir etki yaratabilir…
- Toplantıda da görüldüğü gibi Kürt coğrafyasında meselenin ele alınması çok daha kolay. Zaten büyük ölçüde politize olmuş bir toplum olarak Kürtler bu konuda batıda yaşayan halklardan oldukça önde. Ülkenin batısı ise meseleyi görmemeyi tercih ediyor gibi. Bu konuda sivil toplum faaliyetlerinin ülkenin batısına özellikle de İç Anadolu, Ege, Karadeniz ve Marmara gibi bölgelere yönelmesi gerekiyor gibi…
- Son günlerde kamuoyunda Pervin Buldan’ın Öcalan’ı referans ederek bahsettiği ve çokça tartışılan “basının barış sürecinde rolü” meselesi önümüzde duran en bariz sorunlardan biri olarak görünüyor. Konunun gündem ediliş şeklinden bağımsız olarak değerlendirsek dahi, hükümete yakın yayın organlarında her şeyden anlayan garip konuklar ile yapılan nefret içerikli yayınların devam ettiğini, muhalif televizyon ve gazetelerin bu konuda onlarla neredeyse yarışıyor olduğunu görüyoruz. Barış dili Türkiye medyasında zaten her konuda gündem edilmemiş bir konu. Ancak eğer bir barış atmosferinden bahsetmek istiyorsak medyanın kendisine “bir şekilde” format atması da gerekiyor. Bu konu önümüzdeki günlerde daha çok tartışılacak gibi. Toplantıda DPI’ ın bu konuda da çalışmalar yapacağını öğrenmek sevindiriciydi…
Benim aldığım notlar ve önemsediğim kısım sürecin toplumsallaşması üzerine olsa da sivil toplumun siyasete etki etmek – her ne kadar çok zor gözükse de – üzerine çaba harcaması da es geçilmemesi gereken bir mesele. Bu konuda da toplantıda çok değerli katkılar ve öneriler gerçekleştirildi. Ancak toplantının tamamını bu kısa metne sığdırmak oldukça zor.
Umarım bu tarz toplantıların ve etkinliklerin sayısı artar ve sürecin toplumsallaşması konusunda hızla yol alırız. Yoksa negatif barış bize huzur getirmeyeceği gibi pozitif barışın konuşulması gereken konularına gelemeden sürecin uluslararası ve devlet içi kavgalar sebebiyle akamete uğrama riski sürekli tedirgin olmamıza sebep olacak…