Demokrasinin umudu Kürtler

Geçen haftaki yazımın başlığı “Kıvılcımlı, Deleuze ve Öcalan” idi. Kıvılcımlı’yı ölüm yıldönümü vesilesiyle anmak istemiştim. Kimileri Kıvılcımlı’nın yanında “Deleuze”ü görünce ne alaka demiştir eminim. Çünkü Deleuze, Batı’daki fikir hareketlerini izleyenler açısından çok önemli bir felsefeciydi. Kıvılcımlı ise ancak o da nadir bulunur biçimde sol cenahın 68’li kuşağınca (hadi 78’lileri de katalım) dışında pek de bilinen bir isim değildi. İki ismin aynı başlık içinde geçmesi de nereden çıkmıştı? 

Oysa yazımda da değindiğim gibi her ikisi de İbni Haldun’un “göçebeler ve medeniyetler” ilişkisi üzerinden yazılar yazmış iki düşünürdü. Aralarındaki zaman ve metot farkını bir yana koyup bakarsak Kıvılcımlı, Doğu’nun (kendi deyimiyle) “susuş kumkumaları” ile görmezden gelinmiş, 22 yıl hapislerde yatmış ve büyük hayal kırıklıkları içinde bu dünyadan göçmüş biriydi. Deleuze ise yaşadığı dönemde takdir görmüş, konferanslar vermiş, birçok öğrenci yetiştirmiş biriydi. (Ama o da bu başarılı hayatı çok yaşayamamış “koah hastalığı” nedeniyle intihar etmek zorunda kalmıştı).  

Kıvılcımlı (bence) tarihte ilkel komünal toplum yapısına sahip “barbarların” (göçebelerin) sınıflaşmış olmaktan dolayı durağanlaşmış ve kapsadığı insanların refahını sağlayamaz duruma düşmüş “medeniyetlere” karşı giriştikleri savaşlarla “tarihsel devrim” gerçekleştirerek insanlığın yolu üzerindeki molozları kaldırmış, ve bugüne dek gelmesini başarmış olmasını alkışlamıştı. 

Gilles Deleuze de göçebe kavramını sabit kimliklerin, kalıpların ve hiyerarşilerin eğemen olduğu adaletsiz toplum yapılarına karşı düşünce ve yaşam biçimlerini sürekli tahrik eden, teşvik eden ontolojik bir kavram olarak ele almıştı. Merkeze karşı çevrenin, iktidara karşı yaratımın felsefesinin ifadesiydi anlattıkları. 

Yazımın başlığına konuk aldığım kişilerden biri de Öcalan’dı. Öcalan’ın çizgisini yeterince tanımayan okuyucularımın buna da şaşırmış olabileceğini düşündüm. Ama Öcalan’ın siyasallaştığı 60’lı 70’li yıllarda Kıvılcımlı’nın soldaki gençlerin ilgisini çeken bir figür olduğunu ve Öcalan’ın sonraki yazılarında ona referans vermiş olduğunu düşündüğümüzde Doktorun, Öcalan’ın fikirlerinin biçimlenmesinde önemli bir katkısı olduğu sonucuna varabiliriz. 

Burada ayrıntısına girecek değilim. Ama Kıvılcımlı’nın “tarihsel devrim” kavramı ile Öcalan’ın “demokratik modernite” kavramının birbirlerine çok yakın kavramlar olduğunu düşünüyorum. Öyle ki Öcalan kendi toplumunu anlatırken “Doğduğum toplum neolitik köyün kültürel etkileriyle yüklüydü. Bu kültürde saf bir dostluk ve kalleşçe olmayan mücadele esastır. Bu duygularla büyümüştüm” derken aslında komünal toplum değerlerinin medeniyet değerleriyle çeliştiğini ifade etmişti. Hele şu aşağıda aldığım alıntı Öcalan’ın Kıvılcımlı ve Deleuze ile akrabalığının en açık kanıtıdır bence: “Halbuki kapsamlı tarihsel tanımlamamız da gösterdi ki, komünal demokratik duruşla (yani göçebe duruşla) hiyerarşik ve devletçi duruş (yani medeniyet duruşu) arasında sürekli ve kapsamlı bir mücadele vardır. Komünal demokratik değerler geri ve yok olmak şurada kalsın, tüm sistem oluşumlarında “dinamik” role sahiptir. Buna kapitalizm de dahildir”. – Kapitalizmin Döl Yatağı: Ziggurat, Abdullah Öcalan.

Geçen bir yazımda demiştim ki: “Oysa açıkça ifade etmekte yarar vardır ki eğer bu ülke bir gün gerçek anlamda demokrat bir ülke olacaksa bunda Kürtlerin katkısının toplumun diğer kesimlerinden daha çok olacağıdır.” 

Bu kanaatımın nedeni ise Kürtlerin, toplumun diğer kesimlerinden çok daha fazla “göçebe ruhu” taşıdıklarına olan gözlem ve inancımdır. Onların dayanışma ve direnç özellikleri bu toplumun değişiminin motoru olacaklarını gösteriyor. Onun için bütün demokratların çözüm sürecine destek vermeye devam etmeleri çok önemlidir. Bu “medeniyetin” oyunlarını boşa çıkarabilmek için.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.