DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları T24’te “Barış yolunda birlikte yürümeye çağrı” başlıklı yazı kaleme aldı.
Hatimoğulları’nın T24’ye yayımlanan yazısının tamamı şu şekilde:
“Ortadan başlamak diye bir söz vardır; öyle yapalım: ‘Rüzgârın şiddetini değil, yelkenlerimizin dayanıklılığını düşünmemiz gereken’ bir dönemdeyiz.
Türkiye olarak bir tarihi fırtınanın ortasındayız. Jeopolitik gerilimlerle sarsılan, dev dalgalarla boğuşan bir coğrafyadayız. Yelkenlerimizi şişirecek ve bizi limana sağ salim yetiştirecek olan barışa inanç ve bunun etrafında oluşacak irade ve gösterilecek cesarettir. Dalgaların gittikçe büyüdüğü bir dönemde ortak ve demokratik akılla geminin direklerine asılıp yelkenleri şişirme zamanıdır.
Bugün Türkiye, tarihi bir kavşakta duruyor. Ortadoğu’da jeopolitik fay hatları kırılıyor, bölgesel dengeler yeniden şekilleniyor.
Türkiye tarihin hem en kırılgan hem de fırsatlara en fazla açık olduğu bir dönemden geçiyor.
Bu kırılgan coğrafyada Kürt meselesinin çözümü artık sadece bir iç mesele değil; ülkemizin geleceğini belirleyecek stratejik bir öneme dönüştü.
Gelecek yüzyılda varoluşumuzu şekillendirmek ve tahkim etmek için Kürt meselesinin çözümü hepimiz için bir çağ dönümüdür.
Cuma günü Meclis Komisyonu İmralı’ya gidiş kararını oylayacak. Bu karar, sadece bir prosedür veya gündelik siyasi manevra değil; 27 Şubat’ta aralanan barışın kapısının eşiğinden geçme şansıdır. Bu karar, barışın kapısını aralama gücü, cesareti ve iradesidir.
Bu tabloya bakınca yapılması gereken çok net: Yelkenleri indirmeyeceğiz. Cesaretimizi toplayıp rotamızı barışa çevireceğiz.
İmralı’ya gitmek neden önemli?
Bu soruyu soranlara en net yanıtı vermeliyiz. Çünkü kırk yılı aşkın çatışmayı sona erdirme fırsatı önümüzde duruyor.
Bu ziyaret, ‘artık bu savaş bitsin’ diyen milyonların ortak vicdanının sesini taşıyor. Komisyon üyeleri yapılacak oylamada yalnız kendilerini değil, bu topraklarda barış özlemi çeken herkesin umudunu temsil edecek. Her bir komisyon üyesi arkadaşımızın klasik ideolojik etkilere kapılmadan, basit oy hesaplarına düşmeden, onlarca yıldır bu topraklarda çekilen acılara son vermek için oylamaya katılacağına inanıyoruz.
Peki, bu tarihi sorumluluktan kaçmak mümkün mü?
Bugün Öcalan’ı sevmek veya onun fikirlerine katılmaktan öte bir noktadayız. Fakat şu gerçeği görmezlikten gelemeyiz. 1993’ten bu yana kesintisiz çözüm önerileri sunuyor, barış için yol haritaları çiziyor, tek taraflı ateşkesler ilan ediyor.
Öcalan’ın çağrısıyla Kandil ve Avrupa’dan heyetler kamuoyu tanıklığında demokratik çözüm ve barış için Türkiye’ye geliyor. Onca yıldır, maruz kaldığı hak ihlallerine ve mutlak tecritlere rağmen aktif şekilde demokratik çözüm için kafa yoruyor, çabalıyor, barış imkanını ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Bir an herkes elini vicdanına koysun. Bu birikimi, bu çabayı görmezden gelip barış inşa edilebilir mi?
Öcalan’ın önerdiği demokratik cumhuriyet modeli, Türkiye’nin demokratikleşmesini, çok kültürlü ve çok inançlı bir yaşamı, yerinden yönetimi savunuyor.
Çatışmayı değil barışı, ayrışmayı değil birleşmeyi, kutuplaşmayı değil bütünleşmeyi esas alıyor. Müzakere ve diyalog mekanizmalarını vurguluyor. Silahsızlanma ve demokratik hakların tanınmasını içeriyor, çoğulculuğu merkeze alıyor. Bu tezde bir yanlışlık var mı? Hayır. Herkesin ortaklaşabileceği doğrular bunlar.
Ortada bir sorun var ve bunu nasıl çözeceğimize odaklanmalıyız. 40 yılı aşkındır denenmeyen yöntem kaldı mı?
Çözümsüzlüğü derinleştiren eski anlayış ve yöntemlerde ısrar mı edeceğiz, yoksa barış ve demokratik toplum için yeni bir yol mu açacağız? Toplumun ortak çözüm aklı ‘yeni bir yol’ diyor. Peki, çatışma ve şiddeti sonlandıracak barış için muhataplarıyla konuşmaktan daha iyi ve hayırlı bir yol var mı?
Evrensel deneyim ve tarihsel birikimimiz bize barışın yolunu gösteriyor!
İrlanda’da, Kolombiya’da, Güney Afrika’da, Filipinler’de barış nasıl geldi?
Örnekler önümüzde.
Çatışma ve şiddet döneminin tarafları ve baş müzakereci ilan edip siyasi iradeleri olarak seçtikleri liderleriyle kurulan doğrudan diyalogla barışın taşları döşendi.
Bu sebeple biz dünyayı yeniden keşfetmiyoruz; başarısı kanıtlanmış evrensel bir yöntemi kendi gerçeklerimize uyguluyoruz. Taraflar masaya oturmazsa çatışma sürüyor. Ancak masaya oturduklarında barış mümkün oluyor.
Bu kadar basit, bu kadar net, bu kadar yalın…
Bu evrensel gerçekliği görmemek, sorunu çözümsüzlüğe terk etmek demektir.
Aslında sadece dünya deneyimi değil, kendi tarihimiz de bize çözüm yolunu gösteriyor. Bu toprakların bin yıllık birlikte yaşama kültürü var. Halkların ve inançların ortak yaşam hafızası var. Yakın tarihe baktığımızda, yarım asırlık çatışma süresince defalarca kez denenen çözüm arayışları var. Merhum Turgut Özel, Necmettin Erbakan ve daha nice arayışlar… 1993’ten beri her ne kadar barışla taçlanmasa da güçlü denemeler ve deneyimler var.
Şu an yaşadığımız deneyim birçok özgün karaktere sahip. Bu kez barışı inşa konusunda başarmaya yakınız. Bu deneyimi başarıya ulaştırarak bütün Türkiye yurttaşlarına barışı armağan edebiliriz. Barışın tarihini hep beraber yazabiliriz.
Muhalefete çağrı: Tarihin doğru tarafında durmak topluma karşı tarihi bir sorumluluktur! Sürecin dışında kalmayın!
Öte yandan elbette demokratik çözüm sadece iktidarın muhataplığında değil, tüm muhalefette ve bunun da ötesinde tüm toplumsal kesimlerin sorumluluğundadır.
Demokratik çözüm ve barış iktidarların insafına bırakılamayacak kadar 86 milyonundur, yani hepimizindir.
Bu nedenle; tüm muhalefet partilerine samimi bir çağrı yapmak istiyorum: Bu sürecin dışında kalmayın.
Türkiye’nin en önemli meselesinde hiçbir parti kenarda seyirci kalamaz/kalmamalı. Siyasetin varlık nedeni sorunları çözmekse, bu görevden kaçmak kendi varlık nedeninin inkârı anlamına gelir.
Kuşkusuz Türkiye halkları tarihin doğru tarafında durmayanları not eder.
Sürecin şeffaf olmadığını söyleyenlere açık çağrım var: Buyurun, dahil olun. Abdullah Öcalan’la yüz yüze görüşün, bütün kaygılarınızı, eleştirilerinizi, değerlendirmelerinizi paylaşın.
Sayın Bahçeli “Gözüne baka baka konuşacağım” dedi. Cesur bir çıkış. Komisyonun bütün üyeleri Öcalan’ın gözünün içine baka baka konuşabilir. Emin olun muhatapla konuşmak şeffaflığın ta kendisi olacak. Unutulmamalı ki, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne dair toplumun farklı kesimlerin ve farklı partilere oy veren seçmenlerin sahip olduğu “şeffaflık, alenilik” gibi eleştirileri ve kaygıları doğrudan muhatabıyla konuşmak tarihsel bir siyaset sorumluluğudur.
Bu hususta tarihi bir fırsat penceresi açılmaktadır. Sürekli olarak sürecin kapalı kapılar ardında yürüdüğünü söyleyenler için İmralı’da kapıları açma ve şeffaf şekilde her şeyi tartışma şansı vardır. Eleştiri ve itirazlar masada ele alınmalı. Bu fırsat değerlendirilmeli. Bu bize yol aldırır.
Barışa şans vermek siyasete alan açmaktır!
Kürt meselesinin çözümü ve demokratikleşme kapsamında İmralı’da yapılacak görüşme; güvenlikçi politikaları zayıflatacak, demokratik muhalefetin önünü açacak bir siyasi iklimin zeminini güçlendirecektir.
Siyaset geçmişten ders çıkarma ve geleceği bu itibarla inşa etme sanatıdır.
Sayın Özgür Özel yakın geçmişte dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda samimi bir özeleştiri yaptı. Bu özeleştiri anlamlıydı, önemliydi. O gün yapılan hata Türkiye’de Anayasa’nın askıya alınmasına dair tutumların doğuş anlarından biriydi.
Ama yüz yıllık bir meselenin çözümüne hiç olmadığımız kadar yaklaşmışken bu fırsatı heba etmenin veya gelecekte özeleştirisini yapmanın telafisi olmaz.
Bazı tarihsel kavşaklar ‘keşke’leri kabul etmez.
Farkındayız! Bu iktidar, topluma ve muhalefete çok büyük haksızlıklar yaptı. Bu haksızlıkları hâlâ binlerce arkadaşı cezaevinde bulunan ve iliklerine kadara yaşayan bir partiyiz.
Ama iktidar karşıtlığı çözüm karşıtlığına dönüşmemeli. İktidara muhalefet edeceğiz ama çözümü kararlılıkla savunacağız. İcra makamı olan iktidarla haksızlıklar karşısında mücadele edeceğiz ama çözüm yollarında da müzakere edeceğiz.
Hiç kimse için kısa vadeli çıkarlar ve günlük politik hesaplar barıştan daha önemli olamaz. Bu meseleyi güncel pazarlıklara dönüştürmek, uzun vadede hepimize kaybettirir. Açıktır ki, çözümsüzlüğün maliyetini gençler, analar, milyonlarca yoksul, emekçi başta olmak üzere milyonlar yüklendi. Ama faydasını, ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikalarını hayata geçiren siyasetler gördü. İktidarlar varlıklarını bu ayrılıklar üzerinden sürdürdü.
Bu deneyim apaçık ortadayken şuna karar vereceğiz: Geçmişin çözümsüzlük dolu bekçileri mi, geleceğin yeni ve demokratik kurucu özneleri mi olacağız?
Tam buna karar vereceğimiz bir eşikteyiz.
Komisyon üyelerine: Tarihi bir görev üstleniyorsunuz
Bu süreçte, geçmiş deneyimlerden farklı olarak Meclis daha fazla rol üstlendi. Komisyonun varlığı, sürecin şeffaflığının ve meşruiyetinin en büyük teminatı. Ve komisyon varlığını ve inisiyatifini topluma daha çok gösterebilmeli.
Siz sadece bir ziyaret yapmayacaksınız; milyonların barış umuduna hayat vereceksiniz. Lütfen, hangi adım gerekiyorsa, hangi diyalog zemini lazımsa cesurca uygulayın.
Meclis’in varlık nedeni ülkedeki sorunların çözümüne katkı vermektir. Bu sadece bir partinin işi değil, tüm Meclis’in ortak sorumluluğudur. Sorumluluk almamak siyasetin doğasına aykırıdır.
Gün geçmişin ezberlerini tekrar eden bir siyasetsizlik değil, geleceğin demokratik kuruluşunu gerçekleştiren tarihsel rolü oynama günüdür.
Bugün atılacak bir adım, yarın bin acıyı önler!
Gecikme lüksümüz yok, durma lüksümüz yok. Bugün atılacak adım, yarın bin acıyı önler.
Cesaretle ihtiyat arasında, çatışmayla barış arasında, bir arada yaşam ile kutuplaşma arasında, ayrışma ile eşit ve demokratik bütünleşme arasında tercihi barıştan yana yapma zamanı.
Çözümsüzlükte geçen her gün, barışın maliyetini artırıyor.
Barışı bu topraklara armağan etmek için Öcalan’la görüşmeyi tabu olmaktan çıkarmak demokratik çözümün ve çağa uygun siyaset üretmenin temel zeminlerinden biridir. Tabularla, dogmalarla yeni bir yaşamı inşa etmek imkansızdır. Ama önyargıları, bagajdaki ezberleri geride bırakarak demokratik, adil, özgür ve eşitlikçi bir ülkeye kavuşabiliriz.
Bunun yolu demokratik müzakeredir. Diyalog ve müzakere, önyargıların kırılmasıyla başlar. Komisyon İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşerek barışın toplumsal psikolojisini güçlendirebilir. Demokratik çözüm iradesini toplumsallaştırabilir.
Bu görüşme, Türkiye’nin demokratik olgunluğunu dünyaya gösterme fırsatıdır. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ felsefesinin dünyaya göstereceği bir referanstır.
Bu ülkenin sekülerine de muhafazakarına da milliyetçisine de solcusuna da hitap ediyorum: Barış, her şeyin üstünde bir değerdir. Kürt meselesinin çözümü, bütün toplum için kazançlı bir geleceği ve demokratik cumhuriyeti inşa etmenin anahtarıdır.
Dalgalar büyüdü; şimdi yelkenleri şişirme, tarihin doğru tarafında durma zamanı.
DEM Parti olarak çatışmaları sonlandırmak ve gençlerin hayatını savaşta değil; okulda, işte, bilimde, sanatta, gelecekte görmek için tüm varlığımızla buradayız.
Bu sebeple herkese sesleniyoruz: Barışa bir şans verelim…”




