Kürtler, Diyarbakır-Ankara-İstanbul hattında barış tartışmalarını sürdürmeye devam ediyor. Ne yapılması gerektiğine dair arayışlar yoğunlaşıyor. 6–7 Aralık 2025’te yapılan Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı da bu arayışın önemli duraklarından biri oldu. İRA’dan Bask’a, Güney Afrika’dan Katalonya’ya kadar farklı deneyimlerin karşılaştırıldığı bu buluşmada, Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Toplum Sosyalizmi” başlığıyla yayımlanan metni de tartışıldı.
Ancak izleyici çeşitliliği açısından aynı zenginlik görülmedi. İlginin büyük bölümünü gazeteciler oluşturdu; sol ve sosyalist yapılardan temsil görmek zordu. Bu durum, Kürt siyasal hareketi ile muhalefetin diğer bileşenleri arasındaki gündem ayrışmasının giderek belirginleştiğini gösteriyor.
Barış, adalet ve hukuk gibi kavramların bir dönem muhalefeti ortaklaştırması beklenirdi. Bugün ise aynı kavramlar farklı önceliklerle tanımlanıyor. Ne yazık ki ateş hala düştüğü yeri yakıyor. Siyasetin bu çelişkisi, yeni bir toplumsal kopuşun işaret fişeğine dönüşebilir.
AKP-Erdoğan rejimi altında muhalefetin -Kürt siyasal hareketi dahil- uzun süredir bir arada hareket etmekte zorlandığını biliyoruz. Gezi gibi kendiliğinden gelişen toplumsal momentler dışında ortak bir kavram seti üretilemedi. Bu yüzden barış tartışmaları yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de tutumuyla belirleniyor.
Çatışma çözümü literatürü, “katkı sunanlar” kadar “bozucu aktörlerin” de kritik rol taşıdığını söyler. Aşırı sağ partilerin bozucu aktörlüğü malum. CHP ise farklı bir yerde duruyor: Barışa dair söylem üretmiş, komisyonlarda sorumluluk almış, demokratik bir tutumun mümkün olduğunu göstermiş bir aktör.
Fakat TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti bu dengeleri sarstı. CHP’nin heyete katılmama kararı, tartışılabilir bir zemin yaratmak yerine hızla duygusal bir alana sürüklendi. Ziyaret, özellikle ulusalcı çevrelerin nefret dilinin malzemesine dönüştü. DEM’in sert çıkışı ise zaten gergin olan ilişkiyi daha da gerdi. Böyle anlarda üslup daha da önemlidir; zira siyasetin ağırlığı hafif bir dil kaldırmıyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kurultayda kullandığı “Stockholm Sendromu” benzetmesi bu kırılmayı derinleştirdi. Sonrasında geri adım atması cümlenin yarattığı etkiyi hafifletmeye yetmedi. Bu çıkış, Kürtlere dönük stigmatize edici bir yerden duyuldu ve siyasal ilişkide gereksiz bir gedik açtı
Oysa komisyonun misyonu uzun süredir belliydi: PKK’nin feshini de içeren geçiş dönemi hukukuna dair bir taslak oluşturmak; sivil toplum ve siyasal aktörleri dinlemek; nihai çözüm için bir yol haritası sunmak değil, zemin hazırlamak. Bu çerçevede Öcalan’ın dinlenmesi de bu sürecin doğal bir parçasıydı. Oslo’dan bu yana güvenlik bürokrasisinin kontrolünde yürütülen görüşmelere siyasal muhatapların katılması, sürecin siyasallaşması için önemli bir eşikti.
CHP bu eşiğin doğal paydaşı olabilirdi. Ancak süreci yakından izleme ve katkı sunma şansı bu kez heba edildi. Geç kalınmış değil, ama bozucu aktör rolünün CHP gibi güçlü bir siyasal yapıda görünür hâle gelmesi kaygı verici
Ziyaret tartışması kısa sürede “muhataplık” zeminine çekildi. “Buradan demokrasi çıkmaz” söylemi etrafında Öcalan’ın meşruiyeti yeniden tartışma konusu yapıldı. Kamuoyu araştırmaları üzerinden yürütülen bu kampanya, kritik bir meselenin topunun taca atılmasından fazlasını ifade ediyor: CHP son kurultayıyla niyet beyanını sadeleştirdi ve “iktidara giden yol” merkezli bir siyaset üretti. Bu durum, müzakere sürecindeki rolünü riske sokuyor.
Barış tartışmalarının seçim gündemiyle birlikte yürümesi Kürtlerin ilgisini artık daha az çekiyor. Kılıçdaroğlu döneminin travmatik deneyimi, Kürt siyasetinin kendi gündemine dönüşünü hızlandırmıştı. Şimdi de ısınan barış siyaseti ile erken seçim tartışmaları arasındaki mesafe açılıyor. CHP bu mesafeyi kapatmak için yanlış araçlara başvuruyor.
Uluslararası konferansta Güney Afrika Anayasa Komisyonu eski Başkanı Mohammed Bohaba’nın sözleri, bu tartışmanın özünü hatırlatıyor:
“Kendimizi bize düşmanlık yapanların düzeyine indirirsek mücadele etmeye değmeyecek bir sonuç çıkar. Demokrasi inşa etmek zorundayız.”
Türkiye’de hem iktidar hem CHP, kendi genleriyle ve hayalleriyle yüzleşmek zorunda. Bu yüzleşmeden kaçınmak için seçimleri bir sığınak olarak kullanmak mümkün ama barış siyaseti bunu daha fazla kaldırmaz.
Geçiş dönemi hukuku tartışmalarını, konferansın detaylarını ve sonraki adımları başka bir yazıda değerlendireceğiz.
Sabırla, kararlılıkla ve yoldan sapmadan barış mücadelesine devam…




