Takvim değişti, peki yönümüz değişti mi?
İdris Baluken 29 Aralık 2025

Takvim değişti, peki yönümüz değişti mi?

Barış, bekleyenlerin değil; yönünü belirleyenlerin yoludur.

Yeni bir yıla girerken çoğumuz benzer bir duyguda dururuz: Geçip gidenin yorgunluğu ile başlayanın belirsizliği arasında. Takvim değişir; ama insanın zihninde asıl kalan, cevaplanmamış sorulardır. Bu yüzden her yeni yıl yalnızca bir başlangıç değil, aynı zamanda bir muhasebe anıdır. Asıl soru şudur: Zaman ilerlerken, biz de gerçekten bir yere doğru ilerliyor muyuz?

Toplumlar için mesele zamanın akması değil, yön duygusunun korunup korunmadığıdır. Tarih çoğu zaman büyük kopuşlarla değil; küçük eşiklerde verilen kararlarla şekillenir. Her yeni yıl da böyle bir eşiği hatırlatır. Bakılması gereken bir pencere vardır; fakat mesele yalnızca o pencereye bakmak değil, gösterdiği yöne doğru yürümeyi göze alıp almadığımızdır.

Geride kalan yıl, bu ülkenin temel meselelerini çözen bir yıl olmadı. Kürt meselesi bütünlüklü bir çözüme kavuşmadı; demokrasi iddiası güçlü ve ikna edici bir zemine oturmadı. Ancak yine de önemli bir kırılma yaşandı: İnkârın sürdürülemezliği ve çözüm fikrinin ertelenemeyeceği düşüncesi, artık daha geniş kesimlerce kabul görmeye başladı. Bu bir varış noktası değil; ama yola girmeden hiçbir yere varılamayacağını hatırlatan bir eşikti. Ve bu eşik, aynı zamanda yakıcı bir soruyu beraberinde getiriyor: Farkındalık, siyasal ve toplumsal bir iradeye dönüşecek mi; yoksa bir kez daha kelimelerin sınırında mı kalacak?

Bu noktada sürece dair yalnızca eksiklerden söz etmek de resmi eksik bırakır. Nitekim son dönemde, çözüm fikrinin yeniden kamusal alanda telaffuz edilmesi, farklı siyasal aktörlerin bu ihtimali bütünüyle dışlamayan açıklamalar yapması ve Meclis zemininde tartışma kanallarının kısmen de olsa açılması önemlidir. Bunlar, tek başına yeterli olmasa da siyasetin donmuş dilinde bir çözülmeye işaret etmektedir. Özellikle Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, bir temenni olmanın ötesinde, çözümün toplumsal ve siyasal zeminine dair açık bir perspektif sunmuştur. Bu çağrının Kürt halkı ve Kürt siyasi hareketi tarafından sahiplenilmesi; çatışmasızlık, diyalog ve demokratik siyaset yönünde atılan adımlarla karşılık bulması, sürecin en somut ve en anlamlı olumlu gelişmelerinden biridir.

Tüm yetersizliklere rağmen çatışmalı sürecin doğrudan sonucu olan can kayıplarının minimum düzeye inmiş olması ise özellikle vurgulanması gereken en önemli kazanımdır. Çünkü barış çoğu zaman büyük sözlerle değil; sessizce korunan hayatlarla başlar. Yaşatılan her hayat, barış ihtimalinin hâlâ canlı olduğunun en yalın göstergesidir.

Yine de siyasal düzeyde verilen mesajlar ile sahadaki pratik arasındaki mesafe kapanmadıkça, oluşan umut kırılgan kalmaktadır. Hukuki ve siyasal zemin netleşmediğinde, adımlar hızlanmadığında, barış fikri güçlü bir yön duygusuna dönüşememektedir. Bu kırılganlığın en belirgin hissedildiği alanlardan biri demokrasidir. Siyasal alanın daralması, seçilmiş iradeye dönük müdahaleler ve hukukun giderek daha seçici bir biçimde işletilmesi; demokratikleşme iddiasını zayıflatmaktadır. Hukuk güven üretmediği anda, adalet olmaktan çıkar; bir güç gösterisine dönüşür. Ve bu dönüşüm, barış ihtimalini doğrudan etkiler.

Benzer bir belirsizlik sınırların ötesinde de kendini göstermektedir. Bölgesel gelişmeler ve Rojava karşısında hâlâ eski reflekslerin baskın olması, barışı büyütmek yerine daraltmaktadır. Oysa barış, yok sayarak değil; anlamaya çalışarak güçlenir. Görmezden gelinen her gerçek, gelecekte daha ağır bir biçimde geri döner.

Bununla birlikte bu tarz süreçlerde iğneyi kendine batırmaktan da çekinmemek gerek. Toplumsal ve siyasal muhalefetin, barışı bir ihtimal olarak konuşmanın ötesine taşıyacak; sürekliliği olan, kapsayıcı ve cesur bir iradeyi henüz yeterince inşa edebildiği söylenemez. Parçalı tepkiler, ortak bir yön duygusu yaratmaya yetmemektedir. Oysa barış, yan yana gelme cesareti olmadan toplumsallaşamaz. Bu bağlamda Sn. Öcalan’ın müzakere pozisyonu, yalnızca bir aktör tartışması değil; demokratik çözüm fikrinin tarihsel ve siyasal bir zemini olarak değerlendirilmelidir.

Bu zeminin insani, hukuki ve siyasal koşullardan yoksun bırakılması ise barış iddiasıyla açık bir çelişki yaratmaktadır. Barış, yalnızca konuşulduğunda değil; onu mümkün kılacak koşullar yaratıldığında anlam kazanır.

Toplumsal hafıza tam da bu noktada devreye girer. Dün Roboski’nin yıldönümüydü. Otuz dört insanın bir gecede yaşamını yitirdiği bu olay, hâlâ tamamlanmamış bir adaletin ve yarım bırakılmış bir yüzleşmenin simgesi olarak duruyor. Roboski, barışın yalnızca geleceğe dair bir umut değil; geçmişle kurulacak cesur bir ilişki meselesi olduğunu hatırlatıyor. Hafıza bastırıldığında değil, tanındığında iyileştirici olur.

İnsanlık, yönünü kaybettiği zamanlarda mitlere başvurur. Eski anlatılarda yolcular, karanlıkta yollarını kaybettiklerinde göğe bakar; yıldızlar onlara bütün ayrıntıları anlatmaz ama istikameti hatırlatır. Bugün de benzer bir yerdeyiz. Henüz varılacak yerde değiliz; fakat yönsüz de değiliz. Asıl mesele, o yönü bir iradeye dönüştürüp dönüştüremeyeceğimizdir.

Albert Camus’nün söylediği gibi, “Gerçek umut, her şeyin iyi olacağını sanmak değil; yapılan şeyin anlamlı olduğuna inanmaktır.” Barış da tam olarak böyledir. Kesinlik değil; anlam arayışıdır. Kolaylık değil; sorumluluktur.

Bütün bunlar karamsarlık üretmek için değil; umudun nerede, nasıl ve hangi koşullarda yeşerebileceğini doğru tarif etmek için söylenmelidir. Umut, bekleyerek değil; inşa edilerek var olur. Tüm yetersizliklere, gecikmelere ve çelişkilere rağmen; yeni yılın barışın yalnızca konuşulduğu değil, adım adım kurulduğu bir zaman dilimi olması temennisi hâlâ anlamını koruyor. Demokrasi, özgürlük ve adalet ertelenerek değil, sahiplenilerek değer kazanır. Takvimlerin değil, yönümüzün değiştiği; sözlerin değil, hayatın dönüştüğü bir eşik olması temennimizdir.

2026 yılının barış, demokrasi, özgürlük ve adalet değerleriyle taçlandığı bir yıl olması; sorumluluğu erteleyenlerin değil, yönünü belirleyip yürümeye cesaret edenlerin yılı olması temennisi ile.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.