Âmâ âlemi ve simetrik ahlak
Azad Barış 24 Kasım 2024

Âmâ âlemi ve simetrik ahlak

Modern dünyanın akışkan kültürüne dayalı yaşam tarzı, sadece bireysel hakikat algısını yüzeyselleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal değerlerin köklerinden sapmasına da neden oluyor. Bu yüzeysel değişim, yaşam tarzı ve ideolojik baskı arasındaki dinamiklerin hızla şekillendiği çağımızda, toplumların köklü sorunlarını daha da derinleştirmektedir.

Orta Doğu’da din temelli çatışmaların sona erdirilmesi ya da Türkiye özelinde “Kürt barışı” gibi temel meseleler, gücün ambalaj ve kurgusal mekanizmalarıyla şekillenmekte, bu da hakikate ulaşmayı neredeyse imkânsız kılmaktadır. Hakikatten kopmuş bir dünyada akılcılığa dair beklentiler, çoğu zaman beyhude bir çabadan öteye gitmez; ancak umudu korumak, insanlığın en dirençli özelliğidir.

Bununla birlikte, umutla uyum sağlama arasındaki ince çizginin tehlikelerini unutmamak gerekir. Barışın gerçek anlamda inşası yerine baskı ve manipülasyon araçlarının kullanılması, yalnızca toplumsal vicdanı zedelemekle kalmıyor, aynı zamanda kolektif hafızayı ve adalet duygusunu da derinden yaralıyor. Bu durum bir toplumun dönüşüm potansiyelini engelleyerek, yalnızca geçici bir düzenin değil, uzun vadeli bir dengesizliğin taşlarını da döşer.

Hakikatin baskılandığı yerde, ne barış ne de adaletin kök salması mümkündür; çünkü hakikatsiz bir barış, çatışmayı yalnızca ertelemekten ibarettir. Bu bağlamda, barış arayışının sekteye uğraması, bireysel hakikat ile toplumsal uyum arasındaki çatışmayı daha da derinleştirmektir.

H.G. Wells’in “Körler Ülkesi” öyküsündeki Nunez karakteri, bu tür bir çatışmanın sembolüdür. Nunez, görme yetisini kaybetmiş bir toplumda tek başına “gören” bir birey olarak, gözlerinin açılmasıyla birlikte yalnızca kendi hakikatini değil, toplumun körlüğünü de ifşa etmeye çabalar. Söz konusu bu metafor, bireysel hakikat arayışının, toplumsal normlarla çatışmasını yansıtmaktadır.

Tıpkı Nunez’in, körler arasında gerçekleri anlatmaya çalışırken maruz kaldığı dışlanma gibi, toplumlar da bazen hakikat arayışını kabul etmez, çünkü bu süreç onların oluşturduğu yüzeysel gerçeklikleri tehdit eder. Ancak, Nunez’in hakikat arayışı, sadece bireysel bir çaba değil, toplumsal dönüşümün habercisidir de.

Türkiye’deki Kürt meselesinde de, tıpkı ‘Körler Ülkesi’ndeki Nunez’in hakikat arayışı gibi, her türlü direniş bireysel bir çaba olmaktan öteye geçerek toplumsal yapının yeniden şekillendirilmesi için bir dönüm noktasıdır. Nunez’in körler arasındaki hakikat çabası, sadece bir kişinin doğruluğunu savunmak değil, o toplumun körlüğüne karşı verdiği bir varoluş savaşıdır.

Benzer şekilde, Kürt meselesindeki her hakikat mücadelesi, bireysel bir öznellikten çok, toplumsal bir dönüşümün ve adaletin inşa edilmesinin kritik bir aşamasıdır. Bu varoluşsal devinim, toplumu sadece değiştirmeyi değil, aynı zamanda toplumsal vicdanı uyandırmayı amaçlamaktadır.  Sosyo dinamikleri bağlamında bakıldığında, bireylerin baskıya uyum sağlama zorunluluğu, sadece bireysel hakikatin kaybolmasına yol açmaz, aynı zamanda toplumsal yapının adaletle şekillenmesine de engel olur.

Eduardo Galeano’nun, “evlilik sözleşmesi aşktan, cenaze ölümden, elbise bedenden, ayin Tanrı’dan daha önemli” sözü, modern toplumun değerler hiyerarşisinin keskin ve ironik bir eleştirisinin en manifest dışavurumudur. Bu ifade, yalnızca ticarileşmenin değil, aynı zamanda yaşamın tüm yönlerinin estetik kaygılar ve sistematik tasarımlar etrafında yeniden şekillendirildiği gerçeğini gözler önüne serer. Ancak Galeano’nun işaret ettiği bu “tasarım”, her ne kadar parlak fikirlerle süslenmiş görünse de, derinlik ve özden yoksun bir boşluğu barındırır.  Bu bağlamda, aşk, ölüm ve inanç gibi insana özgü hakiki duyguların, yerini semboller, ritüeller ve yüzeysel normlarla doldurulmuş bir tiyatro sahnesine bırakması, yalnızca bireyin özgünlüğünü değil, toplumun ruhunu da gölgede bırakmaktadır.

Galeano, bu sözleriyle bizlere, modernitenin aldatıcı ışıltısının ardındaki karanlığı gösterir: Parlaklığın içinde saklı olan anlamsızlık, tasarımın öz yerine geçen yoksulluğu. Hakikat, bu sahnede yalnızca bir dekor olarak durur ve izleyenlere sanki bir illüzyonmuş gibi sunulur.  Bu tespit, yaşamın özüne dair bir hatırlatma ve her şeyin içsel anlamına yeniden dönme çağrısıdır. Çünkü tasarım ne kadar parlak olursa olsun, eğer özünden kopmuşsa yalnızca bir ambalajdan ibarettir.

Galeano’nu, modern toplumun yüzeyselliğini ve adaletsizliklerini güçlü bir dille eleştirirken, bireyin özgürlüğünün ve toplumsal değerlerin çıkar uğruna nasıl yozlaştırıldığını gözler önüne seriyor. Galeano, toplumsal yaşamda ambalajın içeriğin önüne geçtiğini, estetik kaygıların ve yüzeysel normların hakikat ve adaletin yerini aldığını vurgular. Ona göre, bugün dünyada hak, hukuk ve özgürlüklerin dahi “şık ambalajlarla” sunulması, bu derin yozlaşmanın bir yansımasıdır. Buradaki eleştiri, salt bir durum tespiti değil, aynı zamanda bir çağrıdır: birey ve toplum, yüzeysel uyumu reddedip hakikate ve adalete dayalı bir dönüşüm gerçekleştirmelidir.

Galeano’nun mesajı, umut ve direnişi birleştirerek, toplumsal yenilenmeye yönelik bir vizyon sunmaktadır. Çünkü toplumda bu değerler değişirken, hakikat her zaman dışlanan bir unsur haline bürünür ve onunla yüzleşmek de zorlaşır. Ancak bu dışlanma, sadece toplumsal bir zorlama değil, varoluşsal bir kriz yaratır. Bir toplumun hakikatle yüzleşmeye başlaması, onun evrensel adalet ve eşitlik ilkeleriyle yeniden şekillenmesi için bir dönüm noktasıdır.

Böyle bir noktada, “simetrik ahlak” fikri bağlamında ve etik bir düzlemde toplumsal normları yeniden inşa çabasına girmek gerekir. Nitekim burada ifade edilen simetrik ahlak kavramı, geleneksel ahlaki buyruk anlayışından ayrışan belirgin bir özelliğe sahiptir. Bu ayrım, söz konusu kavramın bir yandan evrimsel gelişim sürecinde ortaya çıkan tüm yaratımların bir yansıması olarak düşünülmesinden, diğer yandan ise eşitlik ilkesini merkeze alarak şekillenmiş bir karakter taşımasından kaynaklanmaktadır. Simetrik ahlak anlayışı, bireyler arası eşitliği ahlaki bir temel olarak benimseyen ve bireylerin ahlaki yükümlülüklerini karşılıklı olarak simetrik bir çerçevede değerlendiren bir perspektif sunmaktadır. Bu yaklaşımın sosyal sözleşme teorisi ve evrimsel ahlak kuramlarıyla ilişkilendirilerek daha derin bir teorik çerçeveye oturtulması gerekir.

John Rawls’un “adalet olarak hakkaniyet” anlayışı ya da Frans de Waal’ın evrimsel ahlak çalışmalarındaki eşitlik ve karşılıklılık vurgusu bu bağlamda önemli referanslardır. Söz konusu bu denge denklemi, bireysel hakikatin savunulmasıyla birlikte, toplumsal düzenin de adalet, eşitlik ve doğruluk gibi evrensel değerlerle şekillendirilmesini talep etmektedir. John Rawls’ın “adil bir düzen, en zayıf olanın lehine yapılan düzenlemelere dayanır” görüşü, simetri ahlakının normatif çerçevesini anlamamız için önemli bir referans olarak görülebilir ama kavramın kendisi bugüne kadar bu anlamıyla pek kullanılmamıştır.

Toplumsal ahlakın algılanışı ve uygulanışı, tarihsel olarak iktidar sahiplerinin kontrolünde şekillenmiş ve bu durum ahlaki pratiklerin asimetrik bir yapı kazanmasına yol açmıştır. Topluma dayatılan ahlaki normlar, genellikle ilahi referanslarla meşrulaştırılmış ve üst sınıfların ayrıcalığı olarak algılanmıştır. Bu durum, hem doğal hakların özüne hem de eşitlik ilkesine aykırı bir çelişki yaratmıştır. Bu bağlamda, simetrik bir ahlak anlayışı geliştirmek, yalnızca adil bir toplumsal düzenin inşasına katkı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insan hafızasının ve kültürel aktarımın eşitlikçi bir zeminde yeniden düzenlenmesini mümkün kılacaktır.

Böyle bir yaklaşım, modern bir toplum sözleşmesinin temelini oluşturabilecek yeni bir değerler dizisi sunarak toplumsal yapının daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çerçeveye taşınmasını sağlayacaktır. Simetrik ahlak, etik ile sosyolojiyi buluşturan bir ara yüz olarak, toplumsal adalet, eşitlik ve doğruluk gibi evrensel değerlerin yeniden inşasına olanak sağlayan bir önerme niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bireyin hakikate olan sadakati, yalnızca bireysel bir duruş değil, aynı zamanda toplumsal bir denklemin temel değişkenlerinden biridir.  Eğer bireyin hakikat uğruna içine girdiği çaba, toplumsal dönüşümü tetikleyen bir katalizör işlevi görüyorsa, bu durumda simetrik ahlak, birey ile toplum arasındaki ilişkiyi yeniden yapılandıran bir olasılık denklemi haline gelir.

Buradan hareketle, simetrik ahlakı yalnızca bir etik önerme değil, aynı zamanda birey ve kolektif arasında dönüşüm yaratan bir toplumsal yeniden yapılanma teorisi olarak ele almak gerekir. Bu önerme, bireysel ve kolektif kurtuluşun zeminini hazırlayan, hem normatif hem de işlevsel bir modelin çerçevesini çizmektedir. Çünkü bireylerin hakikat adına ortaya koyduğu emek ve direniş, yalnızca bir etik tavır değil, aynı zamanda toplumsal yeniden yapılanma çağrısının en somut ifadesidir. Bu çağrı, hem bireysel özgürleşmeyi hem de kolektif adalet arayışını mümkün kılacak ontolojik bir zemini hazırlar.

Toplumda adaletin ve hakikatin tesis edilmesi, en savunmasız bireylerin haklarının güvence altına alınmasıyla mümkün olabilir. Bu yaklaşım, adalet ve eşitlik kavramlarını güçlülerin ayrıcalığı olmaktan çıkararak herkesin eşit haklarla varlık bulmasını sağlamaya yönelik bir paradigma sunmaktadır. Böylece simetrik bir ahlak anlayışı, hakikatin evrensel bağlamda yeniden üretimi olarak karşımıza çıkar.

Modern toplumlarda uyum, genellikle bireyin hakikatten feragat etmesiyle eşdeğer hale gelmiştir. Birey, bu süreçte toplumsal düzene peyderpey adapte olurken, kendi özgün hakikatinden uzaklaşır. Bu türden bir uyum, bireyin iradesini şekilsel normlara ve yüzeysel değerlere bağlayan kurgusal bir ambalaj kültürünün yansımasıdır. Bu kurgusal hakikat, zaman içinde kendi değerlerini yitirerek yerini anomalilere, kuralsızlıklara ve geçici denge anlayışlarına bırakır.  Ancak bu tür bir uyum talebi, bireysel hakikatin feda edilmesini gerektirir ve bu süreç, yalnızca bireyin değil, toplumun da toplumsal adalet fikrinden uzaklaşmasına yol açar.

Simetrik ahlakın bu bağlamda önerdiği model, bireyin ve toplumun hakikate dayalı bir denge içerisinde var olmasını sağlayacak yeni bir etik ve sosyolojik inşayı mümkün kılmayı hedefler. Birey ve toplum arasındaki bu çatışma, bilimsel bir bütünlük zemininde ele alındığında, simetrik bir ahlak aracılığıyla çözülebilir. Simetrik ahlak, bireyin hakikatiyle toplumsal düzeni dengelemeyi, adalet ve eşitlik temelinde yeni bir toplumsal yapı inşa etmeyi mümkün hale getirebilir. Bu durum bireyin özgürleşmesi kadar, toplumun kendi karşı karşıya kaldı asimetrik ahlakı aşması açısından da önemli bir aşamadır.

O nedenle, Wells’in “Körler Ülkesi”ndeki Nunez, yalnızca bir hakikat anlatıcısı değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümün potansiyelini temsil eden bir figürdür. Onun körler ülkesindeki hakikat arayışı, bireyin hakikati savunurken aynı zamanda toplumu bu hakikatle yüzleşmeye zorlamasını simgelemektedir. Bu zorlama, bireysel özgürlüğün ve toplumsal dönüşümün birbiriyle iç içe geçtiği bir süreci ifade eder. Dolayısıyla simetrik ahlak önermesi, bu çatışmayı çözüme ulaştırabilecek bir araç olarak, bireysel hakikatin toplumsal adaletle birleşmesini öngörmektedir.

Bu ahlak anlayışı, yalnızca adaleti tesis etmeyi değil, toplumu vicdan temelinde dönüştürmeyi de amaçlamakta ve bu dönüşümü, hem bireysel hem de kolektif sorumluluğun kabulüyle mümkün olabileceğini varsayarak hareket eder. Gerçeğin ötesine uzanan otantik bir etik, kurgusal uyuma teslimiyetin değil, hakikati tanımlama cesaretinin eseridir. Hakikat, ne kadar bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın, kendi yolunu bulur; karanlığın en yoğun anlarında bile bir ışık gibi doğar ve insanı en derin körlüklerinden uyandırır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.