Kürd Öncüleri Derneği Başkanı Ali Çeven, bir sokak röportajında yaptığı konuşmanın sosyal medyada gündeme gelmesinin ardından 1 Kasım’da evine yapılan baskınla gözaltına alınmış, ardından tutuklanarak Metris 1 No’lu Cezaevi’ne gönderilmişti.
Çeven’in avukatı ve aynı zamanda HezKurd Kürd Dili Hareketi Derneği kurucu başkanı Suphi Özgen, tutuklanma sürecinde yaşanılanları İlketv.com.tr‘ye anlattı.
Dün sosyal medya hesabınızdan müvekkiliniz Ali Çeven’in Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nden bir fotoğrafını paylaşarak, ‘Niçin kötü muamele’ diye sordunuz. Ardından ifadeye giren Çeven, tutuklandı. Sürece dair bilgi verir misiniz, suç isnadı nedir?
“Ali Çeven’in, ‘Ben Türk değilim, Kürdüm’ ifadesinin olduğu videosunun sosyal medyada yayılmasının ardından 29 Ekim sabahı güvenlik şubesi gözaltına almış, ifadesini alıp serbest bırakmıştı. O sorguya, sokak röportajındaki ifadeler konu olmuştu, videodaki sözlerin arkasında durdu. ‘Bir Kürt olarak Ben Kürdüm deme hakkım var’ dedi. 29 Ekim’de kendisine kötü muamele edilmemişti, ifadesi alınarak serbest bırakılmıştı.
Ancak daha sonra emniyete birçok ilave ihbar geldi. İnsanlar eski videoları ve konuşmaları paylaşarak şikayetlerde bulunmuş. Ardından terörle mücadele devreye girdi ve ne yazık ki bu birim önyargılı bir tutum sergileyebiliyor. Eve yapılan sabah baskınında sert müdahale olmuş, darp edilmiş. Ben de emniyette darbın fotoğrafını çekmek istedim ama izin vermediler. Yine de bu durumu doktor raporuna yansıttık. Suç isnadı, ‘Silahlı Terör Örgütü Propagandası.’ Ancak kendisinin videolarında böyle bir içerik bulunmadığını düşünüyoruz. Geçmişte de benzer bir suçlama yöneltilmişti ancak itirazımız sonucunda suçlama, ‘halkı kin ve nefrete sürüklemek’ olarak değiştirilmişti.”
Ters kelepçe yapıldı mı?
“Maalesef evet. Emniyete götürülürken, adliyede o sorgu saatine kadar, yani fotoğrafını çektiğimden 3-5 dakika önceye kadar ters kelepçeliydi. Adliyenin içinde sorgu hakimini beklerken de sürekli ters kelepçeliydi.”
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin çağrısından sonra sosyal medyada ‘Kürtler ne istiyor?’ soruları sorulmaya başladı. Çeven’in de bu tür sorulara yanıt verdiği konuşmaları vardı. Bahçeli’nin çağrısının ardından İmralı’da Abdullah Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’la görüşmesi gündemi değiştirdi. Türkiye’de böyle bir iklim yaratılmaya başlanmışken Ali Çeven’in bu konuşmaları nedeniyle tutuklu olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Maalesef devletin tüm birimleri aynı çizgide değil. Bazen bir birim bir şeyi düzeltmeye çalışırken başka bir birim engelleyici tutum alabiliyor. Fakat, evet yaratılmak istenen süreçle zıt bir durum. Bir yandan Erdoğan son konuşmasında, ‘Kürtlere elimizi uzatıyoruz, sarılalım’ dedi, hatta dua okudu. Ali Çeven’in herhangi bir örgütle ilişkisi yok. Madem Erdoğan bunu diyor, o zaman Çeven’in konuşmalarını bir Kürt’ün kimlik ve dil haklarını ön plana çıkarmak istemesi kapsamında düşünmeli. Ancak, üstüne bir de işkence yaparak gözaltına alıyorlar. Tamamen tezat bir durum.
Bu olayın ardında yatan sebeplerden biri, bazı devlet görevlilerinin inkarcılık üzerine şekillenen devlet yapısını sürdürme isteğidir. Diğer bir sebep ise çok sayıda ihbarın yapılmasıdır. Zaten emniyet birimleri, hakimler ve savcılar genel olarak Kürtlerin sesli konuşmasını istemiyor ve bu sesleri susturmayı veya uzaklaştırmayı amaçlıyor. Devlet, Kürtleri terörize ederek baskı altına almaya çalışıyor. Burada, milli bilincin ve Kürt kimliğinin korunması için dirayetli bir duruş sergilenmesi gerekiyor. Zaten devlet geleneği, Kürtlerin inkarı ve imhası üzerine şekillenmiş durumda.”
Tutuklama sonrası müvekkilinizle görüşebildiniz mi? Söylediği, sizin iletmek istediğiniz bir şey var mı?
“Evet, kendisi söylediği sözlerin arkasında. Bugün ziyaret ettim, ifade verirken de sözlerinin arkasında olduğunu belirtti. Ayrıca müvekkilimin ismi, aile arasında ve sosyal çevresinde Ali olmasına rağmen nüfus kaydında Bünyamin yazılmıştır. Tarafımızdan isim düzeltme davası daha önce açılmıştı. Cezaevinde onu ziyaret etmek isteyen veya mektup göndermek isteyenler varsa, Bünyamin Çeven ismini kullanması gerekiyor. Büyük ihtimal pazartesi Silivri/Marmara Cezaevi’ne gönderilecek.”
Peki siz HezKurd Kurd Dili Hareketi Derneği kurucu başkanı ve Kürt bir avukat olarak bu tutuklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Geçen sene, Cumhuriyet’in 100. yılı dolayısıyla Ankara’dan İstanbul’a yürümek istemiştim; ancak İstanbul Valiliği bunu yasakladı. Ben bir Kürt avukatım, fikrimi açıkça söylüyorum. Kimseye taş atacak bir durumum yok. Lozan yıldönümünde yürümek istedim, yasakladılar. Sonra 29 Ekim’de yapayım dedim, yine yasakladılar. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında yapayım dedim, yine İstanbul’da yasakladılar. Bunun üzerine, ‘O zaman gider İzmit’ten yaparım’ dedim. İzmit Valiliği de yasakladı. Adapazarı, devamında Düzce, Bolu… Hepsi yasaklandı.
Yürümek isteyen illegal biri değil, bir avukat. Ancak burada önemli olan, bu tür çalışmaların doğrudan vatandaşlar tarafından yapılması. Belki de devletin içindeki bazı birimler, bu durumdan daha fazla rahatsızlık duyuyor. Normal vatandaşın yarattığı etki çok daha fazladır. Dolayısıyla yıldırmak istemelerinin bir sebebi de o olabilir.
‘Kürtçeye pozitif ayrımcılık yapılması gerekiyor’
Benim insanlara çağrım, tavsiyem şudur: Özellikle dil hakları konusunda kesinlikle hiçbir taviz vermeden bu hakları talep etmek ve bu talepleri meşru hukuk yollarıyla sesli ve yazılı kayıtlara geçirmek. Dolayısıyla eğer yeni bir anayasa yapılacaksa, bu halkın taleplerini bilmeliler. Biz bunu, haberlerle dile getiriyoruz, hatta zaman zaman dilekçeler veriyoruz. O dilekçeler çok kıymetlidir, çünkü doğrudan devlet kurumlarının kayıtlarına giriyor ve talepler belgelenmiş oluyor.
Bu nedenle, halkımıza çağrım; gerek kendi adıma gerekse müvekkillerim adına, Türkiye’de Türklerin sahip olduğu tüm haklara, Kürtçe ve Kürtler için de aynı şekilde sahip olmayı talep ediyoruz. Bana göre, eşitlik sağlanana kadar Kürtçeye pozitif ayrımcılık yapılması gerekiyor ve bu devletin sorumluluğundadır. Devlet, yaklaşık 70 yıl boyunca Kürtleri ve Kürtçeyi inkar etti. Bu inkarcılık süreciyle şekillenen zihniyet yapısının değiştirilmesi ve bu değişimin sorumluluğu da yine devlete düşmektedir.”