Yazının bu başlığını Goethe söylüyor ve devam ediyor: “Eğer bir insan ya da yapı kendi karakterine aykırı ve çelişkili davranırsa fazla zamanı kalmadı diye yorumlarız bunu.”
Bu sözler tam da bu süreçte kendini yeniden duyumsatıyor. Evet. Fazla zamanımız yok, oluşmuş bir imkanı geri tepme ve zamanın oluruna bırakmak gibi bir lüksümüz de yok.
***
Sadece kişilerin değil, toplumun hatta siyasi partilerin bile bir psikolojisi vardır. Depresyona girebilir, kendine güvenebilir, paranoyak olabilir veya aşağılık kompleksine sahip olabilir. Bu gibi durumlar siyaset psikolojisi ve sosyal psikolojinin konularıdır.
“Bilişsel Çelişki Kuramı”na göre, insanlar davranışlarını ve düşüncelerini önceki değerlerine göre belirlermiş. Bu değerler; inançlar, tutumlar ve gereksinimleri olabilir. Zamanla veya çevresel faktörlerle edindiğimiz tüm bu değerler kişiliğimize yön verir. İnsan, birçok değere sahip olabilir. Futbol takımı taraftarlığı, siyasi bir partiyi tutma gibi genel bir toplumsal konu da olabileceği gibi; daha özel birtakım konular da olabilir. Kişiler zaman içinde bu değerlerine tezat oluşturabilecek birtakım verilerle karşılaşabilirler. Bu veriler, kendi varsayımlarıyla çelişirse, bilişsel çatışma yani bilişsel çelişki oluşur. Bu ve buna benzer davranışlar, gerçeklere olan karşı duruşu tanımlar. Kişiler, kendi inanışları görüşleri için sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları kabul etmeme iradesini gösterebilirler.
Eğer bir konuya tamamen inanıyorsak, onun yanlış olmasını istemeyiz. İşte tam bu noktada gerçeklerle yüzleşmekten ya kaçarız ya da ona karşı koyarız.
İnsan bir çelişkiler yumağıdır. Kimi insanlar veya toplumlar inandıkları şeylere karşı gelen konulara saldırma eğilimindedir. Bunu yaparken farklı metotlar dener. Örneğin, karşı görüş hiç var olmamış gibi davranır. Yani onu görmezlikten ve duymazlıktan gelir. Böylece uyumsuzlukla yüzleşmez ve bir nebze olsun kendini kandırmaya devam eder. Ancak bunu yaparken o kadar başarılıdır ki, bunun bir kandırma olduğunu fark etmez. Diğer bir yöntem ise, ne olursa olsun görüşlerini ısrarla savunmasıdır. Bunun için saldırgan bir tavır alır, karşıt görüşü sadece çürütmekle yetinmez, onu yok etme arzusu da duyar. Çünkü bu ona göre kendisine yapılmış bir saldırıdır.
Bu kuramın temsilcilerine göre, bireyler inançlarını korumak için, gelen karşı görüşleri sansür ederler. Sadece inandıkları değerleri seçerler ve onları korurlar. Eğer bu karşıt görüşler arasında seçme zorunluluğu varsa en iyisini değil, kendisiyle en uyumlusunu seçerler..
Ne diyordu Dostoyevski: “Sen ilkin evrensel sevginin adamı olduğunu göster. Kinci ve mağrur olma. Sanma ki hayat sana karşılıksız verilmiş bir armağandır. Gerçek dışarıda değil sendedir. Kendini kolla, kendini bul… İnsanın kendisinden yüz çevirmeye, dünyada olup bitenleri görmezlikten gelmeye hakkı yoktur. İnsan, özgür bir varlık olarak kötüden sorumludur. Kötü olan her şeyle mücadele edilmelidir.”
***
Ezberler bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma ya da medya dezenformasyonundan da kaynaklanır.
Toplumsal ve siyasal alanda olayların çözümünde uzlaşma kültürünün yerleşmesi, yaygınlaştırılması ve derinleşmesi için medyaya da büyük görevler düşüyor.
Medya bu alanda son derece etkili bir işleve sahiptir. Çünkü medya artık öyle bir güç haline gelmiştir ki insanların düşünce ve davranışlarını denetleme, toplumun yapısını, kurulu düzenini ve bireyler arasında cereyan eden toplumsal ilişkileri yeniden yaratma, yeniden şekillendirme, yeniden üretme ve yorumlama gücüne ve yeteneğine sahiptir.
Barış içinde bir arada yaşamak için her türden şiddete karşı durmak ve onu yaratan sebepleri ortadan kaldırmak için, ortak bir gelecek adına toplum olarak herkesin çaba göstermesi gerekecektir.
Gelinen bu aşamada bilmeliyiz ki: Çözümün bir parçası değilsek sorunun bir parçasıyız demektir.