Türkiye’de, ‘gözaltında kayıplar’ mücadelesinin sembol isimlerinden biri olan Emine Ocak, aynı zamanda bir insan hakları savunucusuydu.
Oğlu Hasan Ocak’ın 1995 yılında gözaltında kaybedilmesi ve ardından kimsesizler mezarlığında bulunması, Emine Ocak’ın hayatını kökten değiştirdi.
Bu trajedi, onu sadece bir anne olarak değil, aynı zamanda adalet arayışının kararlı bir ismi olarak toplumu derinden etkileyen bir figüre dönüştürdü.
Hasan Ocak, 21 Mart 1995’te İstanbul’da Gazi Mahallesi olaylarının hemen ardından gözaltına alındı.
Hasan Ocak, 21 Mart 1995’te, kız kardeşi Aysel’in doğum günü için eve yetişmeye çalışıyordu. İddiaya göre Aksaray’da gözaltına alınmış ve en son İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görülmüştü.
Hasan’ın kaybolmasının ardından oğlunu aramaya başlayan Emine Ocak Nisan 1995’te, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal’ın yargılandığı duruşmada, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nusret Demiral’a “10 gündür oğlumu arıyorum, oğlumu bulun” dediği için “mahkeme düzenini bozmak” suçlaması ile tutuklanmıştı. Emine Ocak bir ay Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu kaldı.
58 gün süren arayışın sonunda, Hasan’ın işkenceyle öldürülmüş bedeni Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda bulundu.
Emine Ocak, oğlunun katillerinin bulunması ve gözaltında kayıpların önlenmesi için kayıp yakınları ve hak savunucuları ile birlikte harekete geçti.
27 Mayıs 1995’te, Galatasaray Meydanı’nda başlayan sessiz oturma eylemleri, Arjantin’deki Plaza de Mayo Anneleri’nden ilham alınarak Cumartesi Anneleri hareketini doğurdu.
Emine Ocak, bu hareketin en önde gelen figürlerinden biri oldu. Elinde oğlu Hasan’ın fotoğrafıyla her cumartesi meydanda oturarak, devlet yetkililerine “Kayıplarımız nerede?” diye sordu.
Bu sessiz ama güçlü protesto, Türkiye’de insan hakları mücadelesinin en önemli sembollerinden biri haline geldi.
Dünyanın en uzun süreli sivil itaatsizlik protestoları arasında yer alan Cumartesi Anneleri’nin öncülerinden biri olan Emine Ocak, oğlunun ve diğer kayıpların hesabını sormak için Galatasaray Meydanı’nda başlayan sessiz oturma eylemlerinin simge ismi haline geldi.
O’nun hikayesi, bir annenin acısının ötesine geçerek, adalet arayışıyla insan onuruna dair evrensel bir anlatıya dönüştü.
Oğlu Hasan ve tüm kayıplar için adalet arayan Emine Ocak, 1997’de Galatasaray Meydanı’nda gözaltına alındı. Bu anlar, o dönem gazetecilik yapan Ahmet Şık’ın objektifine yansıdı.
Cumartesi Anneleri 1999’da protestolarına yönelik polis müdahalesi ve baskılar nedeniyle bir süre ara vermek zorunda kaldı.
Ancak Emine Ocak, adalet arayışı azmini hiç kaybetmedi. 31 Ocak 2009’da protestolar yeniden başladığında, o yine meydandaydı.
Ağustos 2018’de Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü hafta protestosunda gözaltına alınan Emine Ocak, “Bize neden bunu yaptılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Süleyman Soylu bana bunun cevabını versin. Hangi gün bir karıncanın canını incittik” diye sordu.
Emine Ocak, sadece oğlu Hasan için değil, tüm kayıplar için adalet aradı. Cumartesi Anneleri’nin 2019’da PEN Duygu Asena Ödülü’ne layık görülmesinde, onun ve kızı Maside Ocak’ın çabaları büyük rol oynadı. Ödül, Emine Ocak’ın insan hakları savunuculuğundaki kararlılığını ve adalet arayışının uluslararası alanda daha fazla tanınmasını sağladı.
Emine Ocak, yalnızca meydanlarda değil, hukuk alanında da adalet aradı.
Oğlu Hasan’ın davası hem Türkiye’de hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde gündeme taşındı. AİHM, dönemin hükümetini yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum etti.
O’nun, bu coğrafyanın hafıza mekanlarından biri olan Galatasaray Meydanı’ndaki duruşu, mütevazı ama onurlu bir varoluşun sembolüydü.
Emine Ocak, seneler önce Dünya Kayıplar Günü’nde mektup yazmış ve oğlu Hasan Ocak’ın kaybedilme sürecini şöyle anlatmıştı:
“Oğlum Hasan Ocak öğretmendi. 21 Mart 1995’te beni aradı, kızım Aysel’in doğum günü için balık ve pasta alacağını söyledi. Hasan’ım eve bir daha gelemedi. Nereye gittiysek ‘Bizde yok!’ diyorlardı. Hasan’dan önce gözaltında kaybedilenlerin aileleriyle, işte o zamanlarda İnsan Hakları Derneği’nde tanıştım. Bu acıyı, bu zulmü yaşayan ilk ben değildim. Başka kimse yaşamasın diye acılarımızı birleştirmeye, başkalarına umut olmaya o zamanlarda başlamıştık. Başvurmadığım yer kalmadı. Bir boşluğun içindeydim, oğlumun başına ne geldiğinin belirsizliği yakıp kavuruyordu yüreğimi. Ama oğlumu aramaktan hiç vazgeçmedim. Oğlumu bulma umudumu hiç kaybetmedim. Hasan’ım kimsesiz değildi ama yapılan işkenceleri kimse görmesin diye Kimsesizler Mezarlığı’na gömmüşler. Kimsesizler Mezarlığı’ndan çıkardık Hasan’ımı. Sonra kayıp yakınları ve insan hakları savunucularıyla oturup, bir daha kimse gözaltında kaybedilmesin diye her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda sessizce oturmaya karar verdik. Bizim Galatasaray’da oturduğumuzu öğrenen başka aileler de yanımıza gelmeye başladı. Çok büyüdük Galatasaray’da. Birbirimize kardeş olduk, evlat olduk, arkadaş olduk. Sesimiz duyulmaya başladıkça, kayıplar da azaldı. Bizim mücadelemiz sayesinde daha fazla insan gözaltında kaybedilemedi. İnsanların yaşam hakkının güvencesi olduk.”
Mücadelesinde yalnızca kendi oğlu için değil, tüm kayıp yakınları için adalet talep ettiğine vurgu yapan Ocak, “Bir Hasan kaybettim, bin Hasan kazandım” sözleriyle hem kişisel kaybını hem de büyüyen dayanışmayı ifade etmişti.
Saçlarına düşen aklar, sadece geçen yılların değil, bitmeyen bir yorgunluğun ve umudun izleriydi.
Bakışlarında, oğlu ve tüm kayıplar için adalet kararlılığı kadar, başka annelerin aynı acıyı yaşamaması için duyduğu derin bir sorumluluk vardı.
Defalarca gözaltına alınan, polis müdahalelerine maruz bırakılan ancak hiçbir zaman geri adım atmayan Emine Ocak’ın yürüttüğü mücadele, Türkiye’de insan hakları hareketinin en uzun soluklu ve en sembolik direnişlerinden biri olarak kayıtlara geçti.