Cumhurbaşkanı ne demek istiyor?
Yüksel Genç 1 Eylül 2024

Cumhurbaşkanı ne demek istiyor?

Cumhurbaşkanı “Yasakların, baskıların, yoksulluğun olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere geride kalmıştır” dedi.

Bu iddialı söylemdeki en doğru bilgi “o eski günler geride kaldı” söylemi. Zira yasakların, baskıların, yoksulluğun hayatlarımızın içinde, dipdiri, buz gibi ve olanca katılığı ile kol gezdiğini biliyoruz. Üstelik memleketin içinde bulunduğu ahval bu üçlünün yakın zamanda bizi terk etmeyeceğini de söylüyor.

Türkiye’nin içinde olduğu ve katmanlaşarak süren, biri diğerini örtmek için de kullanılan krizler manzumesi sadece ekonomik açıdan yoksulluğa değil her boyutlu bir yoksulluğa/yoksunluğa sürüklenmemize neden olmuş durumda.

Cumhurbaşkanı’nın yaşadıklarımızla tezat söylem kurma “becerisi” ilk defa olmasa da bu son söylemin gerçeğimizle uyuşmazlığına dair kimi verilere dilerseniz bir göz atalım.

“Yasakların baskıların yoksulluğun olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere geride kalmıştır” sözündeki son olgudan yoksulluktan yola çıkalım önce:

Yoksulluk en sade tanımıyla; temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanamaması durumudur. Kişi yada hane halkının yaşam ihtiyaçlarını, temel gereksinimlerini karşılayabilmesi için gereken gelire sahip olamama halidir.

Kimi yerlerde yaşayabilmek için karnını doyuracak olanaklara sahip olamayan ya da ucu ucuna karşılayabilendir yoksul; kimi yerlerde bedensel ihtiyaçları kadar ruhsal, düşünsel ihtiyaçlarını karşılayamamaktır yoksulluk. Değişken bir tarifi olsa da yoksulluk temel gereksinime erişmekte yaşanan maddi güçlükleri kapsıyor.

Tam da bu bağlamı ile aslında gündelik hayatımızda öyle çok yoksul ve yoksullukla temas eder durumdayız ki. Salt maddi yoksulluk verilerine göre ülkenin aslında üçte ikisi neredeyse yoksul!

Bakın Türkş, ağustos ayında 4 kişilik aile için açlık sınırını 19 bin 271 lira, yoksulluk sınırını da 62 bin 772 lira olarak hesaplamış. Bizim yaptığımız çalışmalara göre toplumun ortalama %45’i asgari ücret altı gelire sahip. Yani 17 bin TL ve altında bir gelire sahip. Açlık sınırında en az %45’in varlığı kimseyi ürkütmüyor mu gerçekten?

Hadi Sosyo Politik Saha Araştırma’nın yaptığı çalışmaları geçtim; TÜİK en son 2023 yılı yoksulluk verilerini açıklamış. Buna göre fertlerin %31’i yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Bu bilgi, verilerine güven konusunda kuşkulu ve tartışmalı bulunan, iktidarın pozitif algı politikasıyla uyumlu davrandığına inanılan TÜİK’e ait. Yine aynı kuruma göre en düşük yoksulluk oranı, çekirdek aile olmayan, fazla kişiden oluşanlar hanelerde. Yani geleneksel aile formu yoksullukla mücadelede ya da yoksulluğa dayanmada güçlü bir odak. Ancak Türkiye toplumunun büyük oranda şehirleştiğini, çekirdek aile formunun artan hızla yerleştiğini bilmeyenimiz yok.

Yine TÜİK verilerine göre taksit ödemeleri veya borçları olanların oranı %58.

Hanelerin %58,8‘i evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını, %39,2’si iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını, %31,8’i beklenmedik harcamaları, %19,5’i evin ısınma ihtiyacını, %64,2’si eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamayacak durumda olduğunu söylemiş. Üstelik aynı TÜİK’e göre enflasyon oranı da %60’ların altına çekilebilmiş değil.

10 ay önce yaptığımız “Ekonomik Krizin Yurttaşların Alım Gücü ve Temel İhtiyaçlarına Erişimine Etkisi” araştırmamıza göre ekonomik kriz halkın %75,6’sını çok kötü etkiliyor;%46,7’sinin son bir yıl içinde hanelerinde en az bir kişi işsiz kalmış. Yine aynı araştırmamıza göre halkın %30,4’ü temel gıda malzemeleri almak için; %17,5’i başka bir borcu ödemek için; %15,7’si geliri geçimine yetmediği için bankalara ya da yakınlarına borçlanıyor. Ülkedeki maddi yoksullaşmanın başka bir göstergeye ihtiyacı var mı?

İnsanlar borçlanarak temel ihtiyaçlarına erişiyor! Üstelik ekonomik nedenlere bağlı intihar artışları önceki on yılları çoktan aştı. Biz birkaç yıldır buz gibi derin ve yaygın yoksulluk yayılımı izliyoruz

Halkın yoksullaşma süreci devam ettiğine göre Cumhurbaşkanının bittiğini ilan ettiği şey açık ki yoksulluk değil, “O eski günler” ya da iktidarın çokça severek kullandığı ‘Eski Türkiye’nin yoksulluğu olsa gerek. Çünkü bu veriler ‘Yeni Türkiye’nin yoksulluk göstergeleri.

Gelelim yasak ve baskıların bittiğine dair iddiasına. Daha iki gün önce Mezopotamya Haber Ajansına bir haber düştü; Bir inşaat işçisi Balıkesirde serinlemek için gittikleri parkta Kürtçe müzik dinlerken nasıl saldırıya uğradıklarını, nasıl linç edildiklerini, oradaki bekçisi, polisi dahil kolluğun bu süreci nasıl teşvik ettiğini ve suçlanmak için nasıl iftiraya uğradıklarını anlatıyordu. Bu örnekte hem yoksulluğun, hem yasağın, hem bastırmanın, hem ayrımcılığın dik alasını görmek mümkün. Tek örnek bu mu? Hayır.

Daha bir hafta önce Nevşehirde yaşanan bir olay bu üçlünün birlikte zuhur edebildiği örneklerin münferit olmadığını gösterdi. Amedspor forması giydikleri için ayrımcılığa uğrayan, linç edilen, yaralanan işçilerin gözaltına alındığı, bir yaralı işçinin tutuklandığı amabunları yapanların yani asıl suçluların serbest bırakıldığı bu olay; kamuoyunun gözleri önünde yaşandı. Bu olayda da yoksulluk, yasak ve yasağa bağlı baskı ile ayrımcılık da gani gani.

Her üç ayda bir Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezinin tuttuğu çeteleye göre yaşanan ayrımcılık ve ırkçılık vakalarının üçte ikisi Kürtlere uygulanıyor. Ayrımcılığa uğrayanın yargılandığı, ırkçılık/ayrımcılık yapanın cezasız kılındığı bir ülkede hukuktan bahsetmek elbette mümkün değil.

Son iki ayda halay çektiği için, Kürtçe şarkı dinlediği ya da söylediği için, yöresel kıyafet giydiği veya ulusal renklerini kullandığı için ya da iktidarın uygulamalarını eleştirdiği için sosyal medya linçi dahil çoklu formatlarda linçe uğrayan, yasal süreçlere tabi kılınan, gözaltına alınan veya tutuklanan yurttaşları konu alan çok sayıda haber, Cumhurbaşkanının sunduğu iddianın kıyısından geçemiyor.

Üstelik cezasızlık ya da yasaların güçlüye göre büküldüğü, hukukun tüm zamanlardan çok daha fazla siyasetin hizmetine girdiği günümüzde yasakların, baskıların olmadığını söylemek mümkün mü?

Peki cezasızlığın en çok Kürtlere, kadınlara veya mültecilere dönük vakalarda harekete geçme olağanlığı normal mi?

Söylem kurarken, bir şeye itiraz ederken, farklı bir şey yapmak isterken insanların çok büyük kısmının kendilerini doğal otosansüre tabi kılmak zorunda hissetmesi, iktidarı eleştirmenin bir yaptırımının olduğuna artık çok sayıda insanın ikna olması, çokça tekrarlanan “Söylerdim ama Silivri soğuk” esprisindeki realite, yasakların olmadığı bir ülkeye ait olabilir mi?

Elbette hayır… Her şey ne de çok George Orwell’ın ünlü distopik eseri 1984’de geçen “Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu” cümlesi ile uyumlu.

Memleketin ahvali böyle iken “Yasakların, baskıların, yoksulluğun olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere geride kalmıştır” söylemine başka açılardan da bakabiliriz.

İlki Cumhurbaşkanı, özetlediğimiz mevcut Türkiye dışında yukardaki iddiası ile uyumlu ikinci bir Türkiye olduğunu düşünüyor olabilir. Halkın çoğunluğu, eski günlere ya da eski Türkiye’ye has ilan edilen bu sorunları hala derinden ve gündelik olarak yaşarken; belki de bu durumu yaşamayan başka bir “millet”in varlığına inanmaktadır. Kimlerden oluşabilir bu millet? Mevcut yeni düzenden ekonomik, sosyal ve politik hatta kültürel olarak nemalananlardan olabilir. Eğer sadece etrafındakileri görüyorsa, Cumhurbaşkanı bu sözlerinde haklı bile sayılabilir.

Üçüncüsü ise, ya her şeyin gayet farkındadır, ancak algıları pozitife eğerek alternatifsizleşmiş, adressizleşmiş seçmen yapısını partisinde konsolide etmenin bir yolunu denemektedir. Bu oldukça güçlü bir olasılık. Bir yalanı 40 kez tekrarlarsanız doğru olur, düsturu belki de hayata hâkim kılınmak isteniyor. Ya da gerçekten buna inanıyor

Ancak daha birkaç gün önce eylem yapan çiftçilerin sorunlarının farkında olduğunu ilan edip, muhalefeti çiftçilerin mağduriyetinden nemalanmakla suçlayıp, birkaç gün sonra Türkiye’nin yasak, baskı, yoksulluk sorunu yok diyerek toplumu şoklama taktiğine başvurmuş da olabilir. Biliyorsunuz bir öyle bir böyle konuşularak toplumun şoklanması son 10 yılın favori taktiklerinden.

Öte yandan bu tür sanal gerçek konumlandırma çabasını içeren söylemlere elbette halk artık pek inanmıyor. Ancak iktidar blokunun içinde bir kesim var ki onlar inanmayı tercih ediyor görünüyor; özellikle bu mevcut yeni düzenden nemalanan kesimler.

Kimileri bu tür tutumları ve söylemleri mitomani ile ilişkilendirse de; Cumhurbaşkanı tutarsız söylem gücü ile bir toplum algısının nasıl kontrol edilebileceğine dair nadir bir politizasyonörneği sunuyor…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.