Otoriter düzenin yeni güvenlikçi dalgası geçtiğimiz hafta temel kodları ile gündeme girmeyi başardı. Önce Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekenlere dönük süren gözaltı/tutuklama furyası başladı, ardından DEM Partili belediyelerin Kürtçe “Hêdî (Yavaş)” ve “Pêşî Peya (Önce Yaya)” yazan trafik uyarı yazılarının silinmesine tanık olduk. Kolluk marifetiyle karayolları görevlilerine havale edilen trafik uyarı yazılarının silinme sebebi ise İçişleri Bakanlığı’nın 81 il valiliğine göndermiş olduğu 26.07.2024 tarihli karar. Gerekçe olarak da “Standartlara uygun değil” denmiş. Hangi standarda uygun olmadığını sormaya gerek bile yok. Bilebildiğimiz kadarıyla; işlevli belediyeciliğin yerelde kullanılan dillerde hizmet vermesini yasaklayan hiçbir açık yasal hüküm bulunmuyor. Öte yandan bazı uygulamalar yasal zorunluluklarla değil meşruluk ve pratik gerekliliklerle ilgilidir.
Türkiye nihayetinde çok kimlikli yurttaşlara sahip bir ülke ve bu ülkede Türkçe’den sonra en çok konuşulan anadil Kürtçe! Nüfus açısından da 20-25 milyon civarı Kürdün Türkiye’de yaşadığı varsayılıyor.
Durum bu iken anadilde şarkı, halay, dil yasakları teknik söylemlerle izah edilemeyecek denli ciddi. Geçmiş arka planları bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodları ile ilişkili olan dil yasakları uygulaması, açıkçası hukuktan çok politikanın konusu. Hukuk ancak, egemen politikanın taleplerine uygun olarak farklı dil kullanımlarını ya görmezden geliyor ya sahipleniyor ya da suç kertesine indirgeyip yöneliyor.
Bu diller içinde Kürtçe; cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en çok tartışılan, sakıncalı addedilen, asimilasyonun her biçimine muhatap olan, günümüze kadar süreklileşmiş bir “suç dili” olarak politikanın marifetiyle hukukun konusu durumuna getirilen bir dil. Aynı zamanda bu ülkedeki en uzun zamanlı ayrımcılık nişanesi olarak yerini koruyor.
Kürtlere yönelik ayrımcılığın tarihsel/ simgesel ifadelerinden olan Kürtçe’ye dönük yaklaşımlar sadece teknik/ resmi alanlarda da değil, toplumsal/kültürel ayrımcılığın da başat göstereni konumunda. Irkçılığın toplumsal bir refleksten olmaktan çıkıp toplumsal kültürleşmeye geçiş aşamasında önemli bir turnusol.
Üç ayda bir düzenli olarak Türkiye’deki ayrımcılığa yönelik basın taraması yapan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi verilerine göre; iktidarın Kürt meselesi ve Kürt politikası ile paralel biçimde gelişen ayrımcılık trendleri en çok dil üzerinden görünür oluyor. Örneğin merkezin yaptığı basın taramasına göre; HDP’li Kürt seçmenin muhalefetin ortak adayını destekleyeceği anlaşılan 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önceyi kapsayan Mart-Mayıs verilerine göre, basına 75 ırkçı/ötekileştirici/yok sayan olay yansımış, bunların 51’i Kürt kimliğine ve diline yönelik gerçekleşmiş. Vakaların üçte ikisi yani Kürtlere ve Kürtçe’ye yönelik yaşanmış. Bu dönem verilerine göre, son iki yıl içindeki ayrımcılık olaylarının en fazla yaşandığı dönem.
Yerel seçimler öncesini kapsayan Ocak-Mart 2024 taramasına göre ise toplamda en az 32 ırkçı/ötekileştirici/yok sayan vaka basına yansımış, bunların 25’i Kürt kimliğine ve diline yönelik saiklerle gerçekleşmiş. Yani yaşanan her 3 vakadan 2’sinden biraz fazlası Kürt diline ve kimliğine yönelik gelişmiş.
Seçimlerin hemen ardından Nisan-Haziran 2024 dönemini kapsayan basın taramasına göre ise en az 42 ırkçı/ötekileştirici/yok sayan vaka basına yansımış, bunların 28’i Kürt diline ve kültürüne yönelik saiklerle gerçekleşmiş. Bu da her 3 vakadan ikisinin Kürt diline ve Kürt kültürüne yönelik geliştiğini gösteriyor.
Taramalarda, Kürt kimliğine yönelik ırkçı/ötekileştirici/yok sayma eylemlerinin ise daha çok Kürtçe ve politik tercihler üzerinden geliştiği yer alıyor. Yani, Kürtçe ile politik kimlik arasında ayrımcı akıl için bir izdüşüm bulunuyor.
Araştırma Merkezi hazırladığı raporlarda, ayrımcılık ve ötekileştirmenin iktidar ve muhalefetin söylemleriyle ve bu dolayımda gelişen toplumsal reflekslerle geliştiğine, başta Meclis konuşmaları olmak üzere kamusal alanda Kürtçe’nin yok sayılmasının gündelik yaşamın rutinine dönüşmüş olduğuna işaret ediyor.
Anadil üzerine yine yapılan son araştırmaya göre Türkiye’de Türkçe dışında farklı bir anadile sahip olan yurttaşların toplamda %91,2’si anadilinin “Kürtçe” olduğunu bildiriyor. Bu oldukça büyük bir oran.
Yine Türkçe dışında bir anadile sahip olan yurttaşların %99,4’ü anadilinin korunması ve geliştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Ortalama her 5 kişiden 4’ü resmi dairelerde, okulda, hastanelerde kullandıkları anadilleri nedeniyle ayrımcılığa uğradığını söylüyor.
Anadilinin Korunması ve Geliştirilmesi İçin; %36,1’i Eğitim/Öğretim Dili Olmasını, %29,6’sı Yasal/Anayasal Güvencelere Kavuşmasını, %16,5’i Resmi Dil Olarak Kabul Edilmesini, %12,5’i Ailelerin Çocuklarına Anadillerini Öğretmesini birinci öncelikli talep olarak bildirirken, bugünki idari ve hukuki uygulamalar; açık ki Türkçe dışında anadile sahip yurttaşlarla açılan mesafeye de işaret ediyor. Bölücülük fiili tam da aslında bu makas aralığında vuku buluyor!
Düne kadar pek çok Kürdün düğününde çalan müzikler, halaylar, “cadı avına” uğramışçasına arşivden indirilip taranıyor ve yeniden suç isnatları kuruluyor iken; hiçbir politik bildirimi olmayan Kürtçe “Hêdî (Yavaş)” ve “Pêşî Peya (Önce Yaya)” trafik uyarı yazılarının silinmesi artık meselenin politik Kürdün değil bir bütün Kürtlüğün kendisi ile problem olduğunu yeniden muştuluyor(!)
Son söz, Mart seçimlerinin ardından ana muhalefet lideri Özgür Özel ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında başlayan “normalleşme” veya “yumuşama” girişimlerine dair olsun.
Bu sürecin başladığı ilk 3 ay içinde; 28’i Kürt dili ve kültürüne yönelik en az 42 ayrımcı/ırkçı yönelim, normalleşme temaslarının sıcaklığının yaşandığı zamanlarda Hakkâri’ye kayyım atama ve belediye eş başkanını tutuklama pratiği mevcut.
Bu uygulamalar nedeniyledir ki; Sosyo Poltik Saha Araştırmaları Merkezinin 16 bölge kentinde Haziran başlarında yaptığı saha çalışmasına göre bölge halkının sadece %11,8’i Yumuşama/ Normalleşme girişiminin beklentileri karşıladığına inanıyor. Son seçimlerde CHP’ye ve DEM Parti’ye oy veren ortalama her 10 kişiden 1’i normalleşme görüşmelerinin beklentiyi karşıladığını düşünürken; AKP’ye oy veren bölge seçmeninin %35,1’inin görüşmelerin beklentiyi karşıladığını söylemesi dikkate değer bir konu.
Özetle ve sonuç olarak; Kürt meselesine indirgenemeyen, Kürt meselesi ile yüzleşemeyen “normalleşmenin” Türkiye’ye gelmesi mümkün değildir. Veriler de, yaşananlar da bu gerçeği yeniden teyit etmiş oluyor. Türkiye güvenlikçi politikada girdiği yeni evre ile kolay kolay “normalleşmeyeceğe” benziyor.
NOT: Yazıda geçen raporlara sahamerkezi.org adresinden erişebilirsiniz.