• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Ercan Yılmaz: Yargı, yurttaşların sığınabileceği son limandır

Ercan Yılmaz: Yargı, yurttaşların sığınabileceği son limandır

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında İlke TV’nin sorularını yanıtladı.

Ercan Yılmaz: Yargı, yurttaşların sığınabileceği son limandır
Ercan Yılmaz: Yargı, yurttaşların sığınabileceği son limandır
Şirin Bayık
  • Yayınlanma: 11 Aralık 2024 21:22

10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında İlke TV’nin sorularını yanıtlayan İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, hak ihlalleri açısından Türkiye’nin kötü bir sene geçirdiğini söyledi.

Bir sene içerisinde Türkiye’de yaşanan hak ihlallerine ilişkin konuşan Ercan Yılmaz, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, kadın ve çocuklara dönük hak ihlalleri ile toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde yaşanan hak ihlallerinde artış olduğunu söyledi. Öte yandan yargı bağımsızlığına olan toplumsal güvenin azaldığını da belirten Yılmaz, “Yargı makamları yurttaşların sığınabileceği son limandır” diyerek. yargı bağımsızlığına olan güvensizlik nedeniyle yaşanabilecek risklere dikkat çekti.

Cezaevlerinde hak ihlalleri

Cezaevlerinde hak ihlalleri Türkiye’deki hak ihlali listesinde en üst sıralarda yer alıyor. DEM Parti Cezaevi Komisyonu verilerine göre 11 ayda 709 tutuklu cezaevinde hayatını kaybetti. Cezaevlerindeki hak ihlallerinin kronik hale geldiğini belirten Yılmaz, 2024 yılında da bu durumun devam ettiğine dikkat çekti:

Hasta tutukluların sağlık hakkına erişimi ve kişi özgürlüğü konusunda haklarının ciddi bir şekilde ihlal edildiğini söyleyebiliriz. Yine 2022 yılından bu yana faaliyette geçen İdari Gözlem Kurulları kararlarıyla tutuklu infazlarının uzatılması, infazlarının yakılmasına şahitlik ettik. Bu süreçte derneğimizin açıklamış olduğu ve merkezi hapishane komisyonumuzun açıkladığı bir veri var. Bugüne kadar 2022 yılından 2024 yılı Ekim ayına kadar 501 tutuklunun çeşitli nedenlerle infazının uzatıldığını biliyoruz.

Kadınların ve çocukların yaşam hakkı ihlalleri ve artan şiddet

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ve yaşam hakkı ihlalinin de artış gösterdiğine dikkat çeken Yılmaz, “Hem toplumsal alanda hem aile içinde şiddet ciddi anlamda artmış durumda. 2024 yılında çocuk hak ihlalleri dediğimizde Narin Güran cinayeti herkesin hafızasında duruyor. Yine hala akıbeti belli olmayan Rojin Kabaiş’in yaşamını yitirmesi olayında bir intihar mı, cinayet mi olduğu konusunda hala çözülmemiş bir mesele var” diye konuştu.

Yaşanan hak ihlallerinin yıllardır devam eden bir problem olduğuna dikkat çeken ve bunun sebebini ise iktidarın yapıcı politikalardan uzak bir süreç işletmesi olarak değerlendiren Yılmaz, yaşanan hak ihlallerini ise şöyle değerlendirdi:

Bunlar, Türkiye’de insanların yaşam haklarına saygı ilkesinin hayata geçirilmemesinden kaynaklı yaşanan temel insan hakları ihlalleri. Sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yürütmüş olduğu bir çalışma var. Burada sivil toplum örgütlerinin, kadın kurumlarının, baroların ve sosyal hizmet kurumlarının, psikologların sürece dahil edilmemesi, yaşanan ihlalleri daha da her geçen gün artıran bir boyuta eviriyor. Yine İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede kararnameyle çıkılmasından sonra kadınları koruyan bu sözleşmenin ortadan kalkması failleri cesaretlendiren durum. Türkiye’nin çocuk hakları açısından bağlayıcı olan Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki yükümlülüklerine aykırı davranması çocuğu hâlâ yetişkinlerden ayrı tutan ve haklar konusunda çok sınırlı bir alana hapseden bir anlayışın olması, bu tarz hak ihlallerinin artarak devam etmesine neden oluyor.

Kadın ve çocuklara yönelik politikalarda partner kurumların önemi

“Burada kalıcı politikalar ve bu politikaları yaparken partner kurumlara İhtiyaç var. Devletin tek başına üstesinden gelebileceği problemler değil, bunlar sürekli bir şekilde ifade ediyoruz. Sivil toplumu bu sürecin içerisine katmanız gerekiyor” diye konuşan Ercan Yılmaz, “Kadına ve çocuğa özellikle yönelik toplumsal algının değişmesi için ciddi politikalar üretmeniz gerekiyor, yasal değişiklikler yapmanız gerekiyor. Ancak hükümet bu konuda pek çoğu durumda olduğu gibi tek başına meseleyi çözme veya günlük siyasi konjonktüre göre yüzeysel çözümler bulma telaşında. Burada yaklaşımın daha kapsayıcı evrensel hukuk standartlarına uygun olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde yaşanan hak ihlalleri

Toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde ciddi hak ihlallerinin yaşandığına değinen Yılmaz, 31 Mart Yerel Seçimleri sonrası Van Büyükşehir Belediyesi Abdullah Zeydan’ın mazbatasının iptal edilmesi, ardından 4 Kasım’dan itibaren farklı kent ve ilçe belediyelerine kayyım atamalarıyla başlayan toplumsal tepkilerde yaşanan hak ihlallerini hatırlattı ve şu ifadeleri kullandı:

Kayyım uygulamalarının ardından seçmenlerin tepkilerine kolluğun çok ciddi anlamda sert müdahaleler gösterdiğine, insanların toplumsal gösterilere katıldığı için, barışçıl gösterilerden dolayı gözaltına alınarak tutuklandıklarına çok defa şahit olduk.

Kayyım politikası ve Ahmet Türk örneği

Öte yandan kayyım uygulamalarının Kürt meselesini iyice geren bir politika olduğuna dikkat çeken Yılmaz şunları belirtti:

Kayyım atama kararlarının siyasi konjonktürden bağımsız olmadığını düşünüyoruz, çünkü bu kişilerin tamamı Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçime girme yeterliliği ile ilgili herhangi bir ihtilaf olmayan kişiler. Bazı iktidara yakın hukukçular evet bu seçime engel değil ama belediyeyi yönetmeye, belediye başkanlığı yapmaya engel bir durumdur diyor, ancak bu amiyane tabirle kişilere tuzak kurmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmıyor. Ahmet Türk örneğinde olduğu gibi. Yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı bütün ömrü boyunca Kürt meselesinin barışçıl yöntemlerle çözümü konusunda çalışma yürütmüş ve devlet tarafından da muhatap alınmış bir kişi. Henüz kayyım atanmadan çok kısa bir süre önce Şenyaşar ailesiyle Yıldız ailesi arasında yaşanan olayın çözümü konusunda rol ve misyon verilmiş bir kişi. Ahmet Türk o rolü ve misyonu yerine getirirken almış olduğu cezanın devlet açısından bir önemi yok da belediye başkanlığı yaptığı sırada mı bu durum ortaya çıkıyor? Bunun tamamen Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümsüz kalmasıyla ilintili olduğunu düşünüyoruz. Daha önce birçok uluslararası makamın da bu yönde hazırlamış olduğu raporlar var ve tıpkı AİHM’in Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ kararında bahsettiği gibi siyasi saiklerle verilen kararlar. Bu kararların bir bütün olarak bir kentteki yurttaşların seçme seçilme hakkının ortadan kaldırması olarak değerlendiriyoruz ve bir an önce Meclis’te belediyelere kayyım atama yetkisini içeren kanunun  ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun  Kürt meselesinin çözümünü germekten başka bir yol olmadığını bir kez daha belirtmek istiyoruz.

AİHM kararları ve yargı bağımsızlığa güvenin zedelenmesi

Ercan Yılmaz, Türkiye’de hak ihlallerine dönük hukuk yollarının tıkanması ile birlikte davaların uluslararası mahkemelere taşınmasını ise şöyle değerlendirdi:

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen ihlal kararlarının Türkiye açısından bağlayıcı olduğu Anayasa’nın 90’ıncı maddesiyle çok açık bir şekilde hüküm altına alınmış durumda. Ancak son dönemlerde özellikle Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ kararlarından sonra bu konu ciddi anlamda tartışılmaya başlandı. Bir kısım iktidara yakın uçların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının sadece usulü anlamda bağlayıcı olduğu şeklinde hukuk perspektifine uymayan yorumlarıyla da karşı karşıya kalıyoruz. Ancak bu, çok eski bir durum. Özellikle Cumartesi İnsanları’nın sürdürmüş olduğu hakikat ve adalet arayışında sıklıkla dile getirdiği bir mesele var.  2003 yılında, 2004 yılında, 2005 yılında Türkiye’nin yaşam hakkı ihlali açısından mahkum edildiği birçok dosyada aradan geçen 20 yıla rağmen AİHM kararları henüz uygulanmış değil. Henüz bu zorla kaybetme fiilleriyle yüzleşilmiş değil. 2016 sonrasında siyasetçilere yönelik gerçekleştirilen tutuklamalardan sonra bu biraz gündem oldu. Bahsettiğimiz gibi Demirtaş hakkında verilen karar 4 yılı aşkın bir süredir henüz uygulanmadı. Osman Kavala hakkında verilen karar uygulanmadı. Can Atalay konusunda Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar Yargıtay tarafından dikkate alınmayarak hakkında verilen hüküm kesinleştirildi ve aynı zamanda milletvekilliği düşürüldü.

Hak ihlallerinde yargı bağımsızlığı 

Ercan Yılmaz hak ihlallerinde, yargı bağımsızlığına olan güvenin azalması ile doğrudan bir ilişki olduğunu belirterek şunları ifade etti:

Bunun topluma yansıması, yargıya olan güvenin giderek zayıflaması anlamına geliyor. Yargı makamları vatandaşların sığınabileceği son limandır. Yargı makamları, devletten veya özel kişilerden, bireysel husumetlerden kaynaklı olarak yaşanan ihlalleri gideren bir makam olması gerekirken, son yıllarda Türkiye’de yargının siyasallaşmasıyla yargı bağımsızlığının tamamen ortadan kaldırılmasıyla yargı ikinci bir mağduriyet yaratan bir konuma gelmiş durumda.

Yargıda eşitlik ilkesi ve adalet inancı

Tüm bu tablo neticesinde toplumun hak ihlalleri karşısında yargıdan beklediği adalet duygusunu alamadığına dikkat çeken Yılmaz, yaşanabilecek risklere de değindi ve şunları söyledi:

Yargı makamları meseleleri çözemediği zaman insanlar kendi haklarını kendileri ellerine almaya çalışacaktır. Bu da toplum içerisinde sadece politik meseleler açısından değil, kişiler arası çok basit bir ihtilafta bile mahkemeye, yargı makamlarına bir güven olmadığı zaman orada bir kaosun doğmasına neden olacaktır. Mahkemelerin misyonlarına uygun bir şekilde görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Siyasetten, siyasilerden bağımsız bir şekilde önlerine gelen dosyalarda, hukukun kendilerine emrettiği sınırların dışına çıkmamaları gerekiyor ve o yargılamalardaki kişilerin felsefi inancı, cinsel yönelimi, dini, dilinin onlar için önemli olmaması gerekiyor. Bu yüzden mahkemelerin eşitlik ilkesini baz alarak hükümler kurması gerekiyor.