Yazıyorum yazıyorum olmuyor. Çünkü biliyorum ki yazıp bitirirsem bu bir veda olacak. Vedalaşamıyorum.
Hastanede hiç tanımadığım adamların yüzünde ara ara seni görüyordum. Dinlenmiş, yataktan kalkmış, kantine bizleri görmeye gelmişsin sanki! Çok tuhaf bir histi bu. Resmen ağır aksak yengeç gibi yürüyüşünle yaklaşıyorsun ya da arkadan gördüysem uzaklaşıyorsun gibi…
Çok iyi görünmez olurdun sen! İstemediğin hiçbir şeyi sana yaptırmak mümkün olmadığı için, atlatıp hiç çaktırmadan uzaklaşmayı çok iyi bilirdin. Hastanede de işte bir görünüp bir yok oluyordun sanki.
Bugün taziye yerinde kardeşin Ali’nin omzuna dokunup “ben bi dışarı çıkıp sigara içeyim” dedim. Ali de bana “koridor çok kalabalık ben de gelip seni oradan rahatça geçireyim” dedi. Şaşırdım önce; niye koridordan kendim geçemeyeyim ki diye düşündüm “Yok yok ben giderim hiç rahatsız olma” dedim. Ali de “Yahu ben de kaçayım bi sigara içeyim işte” dedi. A ha dedim işte Sırrı’nın kardeşi!
“Herkesin yüzünde bir tebessümü miras olarak bırakan.” Böyle dedi camide hoca senin arkandan. Ne güzel söyledi.
Ankara’da birlikte sokakta dolaşırsak herkes sana yaklaşır fotoğraf çektirmek ister, sen de asla reddetmez “bir vekilin en birinci görevi fotoğraf çekinmektir” der güldürürdün beni. Senin beni güldürmediğin olmazdı ki zaten hiç!
“Sırrı’nın hatrına” deyip, bu sözünü söyleyerek, Adıyamanlı hemşerilerini kıramayıp bir tek fotoğraf çektirdim arkadaşım seni uğurlarken.
Tam mezarlıktan ayrılırken İhsan Eliaçık’ a rastladım. “Cenaze namazını sizin kıldıracağınızı duyunca, nasıl sevindiğimi anlatamam” dedim ona. Ha bir de “Sizin adınızı duyunca işte şimdi Sırrı cennete gidecek diye düşündüm” dedim. “Biz gidebilecek miyiz bakalım” diyerek gülümsedi. “Onu bilemem ama Sırrı gidecek” dedim.
Anladım ki çok sevilen insanlar için bir devlet töreni (orada ne yaparlarsa yapsınlar) bir de halk töreni yapılması lazımmış!
Hiç bu kadar iri yarı korumalar görmemiştim. Giderek daha mı geliştiriyorlar kendilerini bilemedim!
Ama hep korumasız dolaşan, esnaf lokantasında kendine çorba içen bir adamın cenazesindeki bu ağır protokollü manzaraya sen de muzipçe yan yan bakardın bi!
Ne cefâkar insanlar halkımız Sırrı. Bir kez daha gösterdiler bunu. Güneş altında saatlerce bekleyip, kilometrelerce yürüyüp gık demeden kucakladılar seni. Mezarlıkta her yana dağılmış, kıyıda köşede çömelmiş, her cenahtan insan için için ağlıyorken ne çok, ne çok fidan dikmiş bırakmışsın diye düşündüm.
Bir de ne güzel bir kız çocuğu bıraktın bizlere Sırrı. Öyle içten seni sarmalamış, sen de onu. Kendi sözleriyle “babalığına doymuş, dostluğuna doyamamış” kalemi, kelâmı senin gibi kuvvetli bir güzel ceylan. Ne güzel yakınların varmış: hastane günlerinde tanıştığımız nur gibi annen, kardeşlerin, kuzenler, yeğenler… Tıpkı senin gibi kalemi güçlü, kalemi olmasa da haysiyeti, karakteri güçlü, görünmez olmayı çok iyi beceren arkadaşların…
O yar gelir yazı da yaban gül olur türküsünü söyledim hastane günlerinde her akşam, içimden öyle geldi. Mamak’ta söylerdik gençliğimizde, herkes severdi. Sen de en çok Allı Turnam’ı severmişsin bilmezdim. Ne çok sever ama ne çok bilmezdik birbirimizi değil mi? Yalnız alanlarımız vardı kalabalıklar içinde. Yoksa boğulmamak elde değil.
Seni çok sevdik Sırrı. Öyle ki inanılmaz bir sevgi seli aktı ardından. Gözyaşlarımız da sel oldu. Hani burnumun direği sızlıyor denir ya; günlerdir hep sızlıyor burnumuzun direği.
Sana bir gün sormuştum: “Belagati güçlü insanlar çok, mizahı güçlü olanlar da öyle ama sendeki başka bir şey. Bir bilgelik var sende. Ben senin anlattığın en ufak bir hikâyeyi bile senin kullandığın sözlerle aktaramam. Nasıl oluyor bu?” diye. Bana dedeni, yaptığın farklı okumaları, aldığın din eğitimini anlatmıştın.
Bir şeyi çok merak ediyorum Sırrı! Hani bazı dönüm noktaları vardır hayatta; insan bu denli eşsiz bir insanı kaybedince dönüşmez mi, değişmez mi? Hani barış için kendini verdin ya sen; o “iri korumalı abiler” de bu kadar samimiyet, bu kadar kendinden vazgeçerek barış arzusu, bu kadar hoşgörü, bu kadar helalleşme karşısında dönüşecekler mi? Yoksa hayatlarına kaldıkları yerden devam mı edecekler?
Sen öyle güzel bir yol açtın ki; o camide Sol Parti ve Devlet Bahçeli’nin çelengini, İçişleri Bakanı ile LGBTİ/Onur haftası çelengini yan yana görünce “Sırrı bunu da becerdin ya” diyerek gülümsedim! Çiçeksiz gelmişim, özellikle cezaevindeki ve sürgündeki arkadaşlarımız için camideki çelenklerden çaldım mezarına koymaya, affetsinler!
Çok yorgundun biliyorum yoldaşım, arkadaşım. “Barış size emanet” dediğini de biliyorum. Umarım şimdi huzur içinde dinleniyorsundur. Sen en ağırını üstlendin barış yolunda yaşamını vererek, umarım biz de seni utandırmayız.
Maviş başkanın.
(Gençliğimiz ve Cebeci yılları konusunda benim yokluğumda yaptığın şakaların hesabı da tekrar görüşmemize kaldı.)