Doğru hatırlamıyor olabilirim elbette. Belki olmuştur ama hatırladığım ve hissettiğim kadarıyla o güne kadar bir köpeğe dokunmamıştım. Gözlerine de bakmamıştım, sanırım hiç göz göze gelmemiştim bir köpekle. Biraz ürküyordum sanırım onlardan, benim aile evim ne kedi ne de köpek dostuydu, tüylerinden dolayı pek sevilmezlerdi ve kucaklayıp salona taşımaya çalıştığım yeni yetme minnacık kediler de hiçbir gün hoş karşılanıp bir güncük olsun misafir edilmedi o “insancıl” koltuklarda. Komşu çocukların ıslanıp kurumuş toz içindeki ayaklarının evimizde gezinmesine hiç ses edilmezdi ama bilirdim; kedi, köpek mi, olmaz… Muhtemeldir ki köpek ürkekliğim bu alttan alta, hissettirmeden ruhuma işlemiş ev içi önyargıdandı ama vardı; onlara dokunmuyor, göz göze gelmiyordum; çevremde hep vardılar ama adeta yoktular…
Köyde yaşamaya karar verdiğimde, tabii ki hayalimde ilk canlanan büyük bir bahçe, kiraz, elma, kayısı, dut, erik, vişne ağaçları, rengârenk çiçek kümeleri, arılar ve onların arasında oradan oraya koşturan bir köpek, bahçede yanan ateşte süt kaynayan kazanın etrafında mırıldayan birkaç kedi, hatta olan biten her şeye merakla bakan bir keçi oldu. Evet böyle bir evim olmalıydı. Ama köpek, köpek nasıl olacak? Gerçekten bir köpekle yan yana olabilir miyim? Ona dokunabilir miyim?..
Bütün sorunlarımızın temelinde uzaklığın, tanışmamış olmanın, yabancı olmanın, bilmemenin, yan yana hiç gelmemiş olmanın, el ele tutmamış olmanın, göz göze bakmamış olmanın, insanın ilk ve ilkel halinde olan ama her türlü erkin bunu fark edip tepe tepe kullandığı, kendi dışına çit çekme, çitin gerisindeki şeylerden ürkme ve onlara diş bileme halinin olduğunu Fanfan’la öğrendim ben.
Fanfan köy evimize miniminnacık bir yavruyken geldi, annesinin bir harabe köşeciğine doğurduğu dört bebekten biriydi, gerçekten minicik ve çok güçsüzdü, merdiven çıkmaya çalışırken top gibi yuvarlanıyor, taa ilk basamağa kadar düşüyordu. Önceleri birazcık uzak dursam da, öyle savunmasızdı ki, ister istemez ve giderek annesi oldum onun. Kirlenmekten korkmadan Fanfan’a dokunarak, onu okşayarak, kendimi onun yalamalarına bırakarak, ve yanına geldiğimde sevinçten patlayacak gibi olan kalbinin sesini dinleyerek ıslah oldum ben, insan oldum ya da daha önce olduğumdan daha çok insan… İnsan olmak ne demekse, onu da başka bir gün konuşuruz…
Fanfan, o merdivenlerden yuvarlanan ufaklık, çok kahraman bir köpek oldu; vefakâr, dostu için ölümü göze alacak kadar büyük yürekli biri… Arkadaşı ve onu bir anne şefkatiyle seven Kara köpek için, sahiplerinin terk ettiği, mutsuz, agresif çetelerle kavga etti, kanlı yaralar içinde olduğu halde Kara’yı bize teslim edip tekrar çete savaşına koştu kaç kere…
Bir yıl ayrı kaldım ondan, zorunlu bir ayrılık. Yeniden karşılaştığımız ânı kelimelerle anlatmam da unutmam da mümkün değil. Gözlerinden taşan mutluluk bütün kucağımı, yüzümü gözümü, bahçemi, köyü doldurmuştu. Fanfan’ın gözlerinde derin mi derin, en içten, en tereddütsüz, pür sevgi vardı, gördüm.
O günden sonra köpekler ve kedilerle yaşadım ben, yaşıyorum. Onların sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını, korkularını, yaslarını tıpkı insanınkilerde okuyabileceğiniz gibi gözlerinden okuyabilirsiniz; okudum.
Sevdiği, bağlandığı insanlar tarafından terk edilmiş, sevgisizlikle, açlıkla, kötü muameleyle, işkence ve dayakla ruhları berelenmiş, kendilerine edilen eziyeti misliyle ödetmek isteyen, içlerini intikamla soğutmak isteyenler vardır kuşkusuz ve var böyleleri, biliyoruz, izliyor, okuyoruz; tıpkı hemcinsini gözünün yaşına bakmadan öldüren, ona fütursuzca işkence eden, sokak ortasında kurşunlayıp yaralayan, tecavüz eden, hiç tanımadığı, düşmanı bellediği ama belki de tanımadığı, gözünün içine bakmadığı için nefret ettiği bir kadının cansız bedenini kamyonun arkasına bağlayıp “dosta düşmana karşı” metrelerce sürükleyen bir kısım insanlara benziyorlar… Ama onlar sadece “bir kısım” ve sadece “bazı” gerçekten ve sayıya vursak o “bir kısım insan”dan çok ama çok daha azlar.
Peki, onları öldürecek misiniz gerçekten? Tıpkı bizim gibi seven, hisseden, düşünen, acı çeken, yas tutanları? Sokaklardan mı toplayacaksınız? Nereye? Nasıl? Toplayıp öldürecek misiniz? Bu korkunç yasayı arkanıza alıp etrafa zehirli yemekler mi saçacaksınız? Cansız bıraktığınız bedenleri çukurlara mı dolduracaksınız? Siz kimsiniz? Bu gücü size kim verdi?
Yok, güçlü falan değilsiniz, korkak, sinik, öfkeli, çocuksunuz. Dünyayı kendi mahallenizin arka bahçesi sanıyorsunuz. Oysa bir hamamböceğinden daha fani, bir virüsten daha zayıf insanoğlu…
Yazık! Muhtemel ki evrimin yerkürede soyumuza biçtiği süreden çok daha önce ve kendi soyumuzla birlikte bütün canlı-cansız varlıkları sonsuz bir ölüme doğru taşıyoruz; epey hızla ve zafer naralarıyla…
Gözlerine bak, o sokağa terk edilmişlerin gözlerine. Kepçelerle toplarken sen, şaşkın, inanmaz, bu vefasızlığa, bu kalleşliğe dehşetle açılmış gözlerine bak. Bak. Hiçbir canlının gözüne bakamayacak kadar zavallı kalmış insan, sen, onların gözlerini gör, kara, mavi, yeşil; acılı, sorularla dolu, yakaran, niye olduğunu anlamayan bakışlarını… Gör ki korkunç geleceğin değişir belki… Belki.