Kadim nağmelerin coğrafyası!
Azad Barış 5 Ocak 2025

Kadim nağmelerin coğrafyası!

Cihadist ve selefist düşüncelerin Suriye’de hâkimiyet çabaları, bu kadim toprakların tarihsel gerçekliği ve kültürel mirasıyla çelişen derin bir yara açmıştır. Suriyeli iki büyük edebiyatçı ve şairin derin ifadeleri ve mısraları, bu çarpık ideolojilere karşı tarih ve kültürün direnişini en etkili şekilde sunar.

Suriye, yüzyıllardır farklı inançların ve medeniyetlerin bir arada var olduğu, kültürel çoğulculuğun sembolü olan bir coğrafyadır. Şairlerin ve halkların sözleri, bu toprakların gerçek kimliğini, ortak yaşam kültürünü ve tarihsel direncini yansıtarak, dayatılan ideolojilerin hakikatten ne kadar uzak olduğunu gözler önüne serer.

Bu kadim diyar, insanlık tarihinin en eski ve anlamlı hikâyelerine ev sahipliği yapmıştır. Her zerresi tarih ve kültürle bezenmiş bu coğrafya, yalnızca medeniyetlerin beşiği değil, aynı zamanda inançların, dillerin ve halkların birbirine karıştığı bir levha-i zenginliktir. Şark-ı Akdeniz’in kalbinde yer alan bu topraklar, sadece kendi izini bırakmamış; halkların birbirinden miras aldığı irfan meşalesini de nesiller boyunca taşımıştır.

Adonis, Suriye’nin bu tarihsel ve kültürel zenginliğini şu çarpıcı dizelerle ölümsüzleştirir:

Bu bir ülke mi?
Yoksa adını yitirmiş bir harabe mi?
Bir zamanlar burada tarih yürürdü,
Şimdi yalnızca ölümün ayak sesleri.
Taşlar konuşurdu burada,
Şimdi suskunluk yutmuş her sesi.
Ve gökyüzü,
Gökyüzü bir mezar taşı kadar ağır.

Bugün dahi, Suriye’nin kadim mirası mazinin izlerini taşırken, istikbale dair özgürlükçü, müsamahalı ve adalet temelli bir tahayyülü de içinde barındırmaktadır. Zamanın derinliklerinden yükselen bir sada gibi, Zanûba gibi kraliçelerin hüküm sürdüğü müzeyyen krallıkların ihtişamını temaşa ederiz. Palmira’nın kraliçesi olarak bilinen Zanûba, yalnızca Suriye’nin değil, tüm Şark-ı Akdeniz’in kültürel ve siyasi tarihinde silinmez bir iz bırakmıştır.

Palmira’nın görkemli geçmişini korumak için canını feda eden 82 yaşındaki Halid Esad ise bu mirasın koruyucusu ve direnişin sembolü olmuştur. İslam Devleti tarafından vahşice katledilen bu bilge insan, antik eserlerin yerini söylemek yerine, bu sırları Fırat’ın sularına götürerek mirasa adanmış bir direnişin adı olmuştur.

Bu topraklarda filizlenen Halaf kültürü ve Mitanni medeniyetleri, insanlığın kolektif hafızasında birer abide misali hâlâ canlıdır. Mitanni’nin mabedleri, yalnızca ilahlarına adanmış ibadetlerin değil, aynı zamanda Lilith’in sırlarını fısıldayan, bereketin ve özgürlüğün simgesi olan halkların birlikte yaşama iradesinin de mekânları olmuştur.

Bu mabedlerin taşlarında, Sümerlerden Hititlere, Asurlardan Araplara kadar uzanan zengin bir kültürel mirasın hatırası kazılıdır. Aynı şekilde, Şam’ın dar sokaklarında yankılanan Kürt şair Tamin’in kutsal kasideleri, binlerce yıl boyunca farklı milletlerin, mezheplerin ve dillerin bir arada var olma tecrübesini terennüm etmeye devam etmektedir.

Şam, yalnızca Suriye’nin payitahtı değil, aynı zamanda insanlık tarihinin en kadim ve görkemli şehirlerinden biridir. Bu eşsiz şehir, İslamiyet’ten Hristiyanlığa, Yahudilikten Aleviliğe kadar birçok inancın barış içinde bir arada var olduğu bir mekân olarak, tarihin her döneminde hoşgörünün ve çokkültürlülüğün sembolü olmuştur. Osmanlı’nın “Dımaşk-ı Şerif” adıyla yad ettiği Şam, medeniyetin kalbi, ilmin ve irfanın membaı, insanlığın ortak hafızasında yer eden bir irfan ocağıdır.

Şam’ın hanları, taş duvarlarına nakşedilmiş tarih ve zamana meydan okuyan ihtişamıyla hâlâ dimdik ayakta durmaktadır. Selahaddin’in Şam’daki silueti ise, yalnızca kazandığı askeri zaferlerle değil, adalet, müsamaha ve sevgi üzerine kurulu idaresiyle de ölümsüzleşmiştir. Onun yönetimi, Maşrık’tan Mağrip’e uzanan bir etkiyle evrensel değerlerin timsali olmuş, insanlık için bir rehber niteliği taşımıştır. Adalet anlayışı, Suriye’nin maziden geleceğe taşıdığı en kıymetli ve en parlak miraslardan biridir.

Bu kadim toprakların bir başka mümeyyiz vasfı, halkların komşuluk münasebetlerinde tezahür eder. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler ve daha niceleri, bu Şark diyarında asırlar boyunca bir arada yaşamış; dillerini, adetlerini ve hikâyelerini birbirlerine nakşetmiştir. Hristiyan manastırlarından İslam’ın büyük camilerine, Kürt dengbêj geleneğinden Arap edebiyatının klasik metinlerine kadar her bir unsur, bu kadim diyarın kültürel diyalogunu zenginleştirir. Çünkü Suriye’nin tarihi, yalnızca bir milletin değil, insanlığın müşterek mirasıdır.

Bu toprakların en derin hikmetlerinden biri de, Ezidilerin her sabah güneşe dönerek gerçekleştirdikleri dua merasiminde saklıdır. Onlar, 72 milleti temsilen ellerini semaya kaldırır; güneşin ışığında insanlığın tüm yaralarını iyileştirecek bir şifa ararlar. Bu topraklarda güneş, yalnızca bir nur-u azim değil, halkların dua ve birliğinin remzidir. Ezidilerin bu kadim ritüeli, Suriye’nin maziden geleceğe taşıdığı en büyük hakikati fısıldar gibidir: Her millet, her inanç, her hikâye, bu kadim toprakların ezeli nağmesinde birer bestedir; tıpkı farklı dillerde söylenip aynı gökyüzüne yükselen dualar gibi. Hristiyanların kilise çanlarında yankılanan barış çağrısı, Müslümanların ezanında dile gelen merhamet, Ezidilerin güneşe dönerek insanlık için ettikleri dualar, Alevilerin semahında dönen kâinatın ahengi, Süryanilerin kutsal metinlerinde işlenen sevgi, Dürzilerin öğretilerindeki barış hikmetleri ve diğer inançların yüzyıllardır bu topraklarda süregelen ibadet ve duaları, bu kadim coğrafyanın ortak şarkısının notalarını oluşturur.

Bu komşuluğun şiirsel bir yansımasını, Selim Berekat’ın edebiyatında buluruz. Berekat, Kürt halkının tarihsel tecrübelerini anlatırken, bu tecrübelerin diğer halkların hikâyeleriyle nasıl harmanlandığını da ustalıkla gözler önüne serer. Berekat, halkların ortak hikâyelerini şu sözlerle ifade eder:

“Bir halkın dili susturulursa, o halkın varlığı yavaş yavaş bir gölgeye dönüşür.
Ben, dillerin ve kimliklerin arasında kaybolmuş bir yankıyım. Her yankı, bir kayboluşun hikâyesidir.”

Her bir inanç, farklı bir tınıda, farklı bir melodiyle, ama aynı evrensel huzurun peşinde yol alır; bu topraklar, farklılıkların uyum içinde var olduğu bir senfoninin en güzel örneğidir. Her inanç ve kültür, geçmişin acıları ve sevinçlerini geleceğin umutlarına bağlayan bir köprü kurar. Ve bir gün, bu kadim nağme, yalnızca bu toprakların halklarının değil, tüm insanlığın müşterek bir terennümüne dönüşecektir; bir arada yaşama iradesinin, adaletin ve özgürlüğün yankısı olacaktır.

Çünkü barış, yalnızca bir sessizlik değil, çeşitliliğin ahenkle buluştuğu bir senfonidir. Suriye’nin kadim ruhu, bu senfoninin hem sözlerini hem de bestesini oluşturur. Her inanç, her halk, bu şarkıya kendi rengini ve sesini katarak insanlığın en güzel melodisini yaratma kudretine sahiptir. Ve hiç kimsenin bu zenginliği engelleme cüreti muzaffer olamaz, çünkü bu nağme, insanlığın ortak iradesinin ve ruhunun bir ifadesidir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.