Daha iki yıl önce Yeniden TV’ye yazmışım. Kanımca orada asıl soruyu sorma teşebbüsünde bulunmuşum. Kadın kıyımı son hızıyla sürerken.
“Şu birkaç hafta içinde yakılıp çöplüğe atılmış, evinde sokakta katledilmiş kaç kadın olduğunu sayamazsınız. Kimileri kayda geçmiyor. Ölümleri örtbas ediliyor. Çoğunun katili ya iyi halden indirim alıyor, ya delil yetersizliğinden beraat. Kadın öldürmenin ne zamandır cezasızlıkla ödüllendirildiğinin farkında değil misiniz? Bu kadın katliamı neden bir türlü durdurulamıyor dersiniz?
Acaba kadınları katleden, onları bin bir eziyetle terbiye eden o adamları, kadınları anladığımızdan daha iyi anlıyor olabilir miyiz? Haddini bilmeyen, ölçüsünü şaşıran, görünür olmaktan korkmayan kadınları bir belaya duçar olmadan uyarabilmek, hizaya çağırmak her zaman mümkün mü? İnsanı utandıran, sinirlerini bozan, deliye çeviren kadınların bir nebze de olsa başlarına geleni hak ettiklerini düşünüyor olamaz mıyız? Bu toplum kadınları korumayı gerçekten isteyip istemediğini biliyor mu?
Derinden yaralı benliğimizle kadının günah olduğunu hissediyoruz. Sahibi kimse hesabı ondan sorulur. Doğal olarak sahibi de bir gün dayanamayıp cezasını biraz fazla kaçırıyor işte.
Annelerimize, yani çoğu mutsuz olan o kadınlara benzemeyen her kadın bizi rahatsız ediyor. En devrimcisinden en özgürlükçüsüne kadar hepimiz, özgür yaşama şiarıyla yola çıkmış, hele cinselliğini özgürce yaşayan kadınlar karşısında bir rahatsızlık hissediyoruz. Yakıştıramıyoruz.
Açıkça itiraf etmek zorundayız. Onları sevemiyor, ciddiye alamıyor, korunmaya değer olduklarına içtenlikle inanamıyoruz. Kadına özgürlüğü, başıboşluğu yakıştıramıyoruz. Hepimizin gizli ya da açık etmekten kaçınmadığımız bir sınır var. ‘Ama bu kadarı da fazla artık’ lafı dönüyor beynimizin ücra köşelerinde. Kadınların yaşam alanlarını belirlemek, denetlemek bizim görevimiz. Onlar, dekoru, kostümü, replikleri bize ait birer kurmaca kahramanı adeta.
Kadın, günah. Dindarı için de laik olanı için de. Bütün kitaplarda sıralanmış ana günahların hepsinin üstündeki bulut. Baş günah.
Toplumun kahir çoğunluğunun bir kadın katledildiğinde içten içe ya da açıkça katille özdeşleştiğine, kendini bir gün o katilin yerinde bulabileceği hissiyle ürperdiğine inanıyorum. Herkesin başına gelebilir. Kadının kötüsü insanı katil de eder, değil mi?
Ne yazık ki sadece erkek nüfusa yönelik değil söylediklerim. Kadın sevmek için kadın olmanın yeterli olmadığı, kederli bir bilgi olarak hepimizde kayıtlı.
Ne de olsa kadın, küfürlerin en acıtıcı olanı.”
Geçenlerde bir kadının orta yerde kocası tarafından öldüresiye dövülürken etraftakiler tarafından hafif mahcup bir sükunetle seyrediliyor olması koskoca nüfusu sarstı. Gözlerine inanamayanlar, insanlığa inancını kaybedenler ve bilumum hassas zevat kıyameti kopardı. Bakan bile orada bulunup bu vahşete göz yumanları telin etti. Bu orta oyununda mide bulandıran, kimi zaman milletin nasıl toplu riyakarlık ayinine gönüllü olması idi. Bir kez daha ‘bu kadarını da ilk kez görüyormuş’ gibi durduk. Oysa ‘aile arasına girilmez’ düsturuna uyup, korkaklığımızı da yanımıza alıp kim bilir kaç kez kadınların kötü muamele görmesini görmezden gelmiş, daha ötesi belki de kadının hak ettiğini düşünerek kendimizi avutmuştuk. Her şeyin ötesinde kendi suçlarımızı kendi riya sırlı aynalarımız göstermiyor. Ne kadar inkar etsek de bu tür olaylarda çoğunluğun içinden geçenler hayatımızı çerçeveliyor. ‘Kadınlar da bazen hak ediyorlar ya’. İşi ehline, kadını sahibine bırakmak gerektiği işleniyor hepimizin hücrelerine. Kaldı ki halimiz yok. Çocuklar ve kadınlar, ilk gözden çıkarılacak olanlar nasılsa.
Kadının sahipliğini kaptırmamak için nice kanunlar, düzenlemeler yapılıyor. Sözleşmelerden vazgeçiliyor. Hülya Gülbahar’ı okuyun. Kadınların kocalarının soyadını taşıma zorunluğunun kaldırılması karşısında nasıl aslanlar gibi direnen bir örgütlenme var.
Ama yüreklerimizi karartmayalım. Gelecek duygumuzu tümden kaybetmeyelim. İki yıl önceki yazımı da öyle bitirmiştim:
Yine de kadınlar sokakları şenlendiriyor. Başkaldırı ateşiyle ruh felci içindeki toplumu ısıtıyor, isyana çağırıyor. Onların cesareti, bu berbat hayatımızın çözüm yolunu gösteriyor. Kadın ve çocuklarını katledip, bunu örtbas ederek dörtnala ölüme koşan bir intihar kültünün çocukları olarak onlara kulak vermek zorundayız. Bir an evvel. Vakit yok. Bütün alametler belirdi.