Sinemada karakterler: Öğretmenler Odası – Carla Nowak
Şilan Avcı 1 Eylül 2024

Sinemada karakterler: Öğretmenler Odası – Carla Nowak

Carla Nowak: Matematik ve beden eğitimi derslerine giren bir sınıf öğretmeni. Öğrencilerini çok seven Carla biraz içine kapanık, sessiz biri. Dürüst, eşitlikçi, adil olmaya çalışan bir insan. Polonyalı göçmen bir aileden gelen Carla, ırkçılık konusunda özellikle hassas. Kontrolcü ve mesafeli biri. İnsanlarla çok diyaloğa geçmese de fikirlerini savunmaktan kaçınmaz.

“İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata
ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını
ayakta kalabilen,
atıldıktan sonra tehlikenin kollarına
fırtınalarda ve rüzgârlarda yolunu bulabilmiş birisidir.”

Matematik ve Beden

Sabah uyanınca, başlayan günü formülize etmek ve tam da o güne göre giyinip dışarı çıkmak… Hayatın en küçük yolu yordamı bu… Yani bir matematik kurup, bedenini alıp diğerlerinin arasına karışıyor insan. Rolünün en iyisi, fikrinin taşıyıcısı, bedeninin sahibi, diğerlerinin gözündense kendinin izleyicisi olarak…

Algoritmalar, insan olarak diğerleri ve durumlar… Acaba insan hayatı, tam da bu formülün arzulayanı mıdır? Duygular yerine algoritmalar mı var artık? Duyguların etrafını sert bir pergelle çizip ortasında kalan “insanı” derinleştiren, ya da boğan bir algoritmalar bütünü mü aslında hayat? Ezelden veya “artık” böyle mi yürüyor dünyada işler? Milyarlarca insan, fikir ve düşünce, milyarlarca çatışma, karmaşa… Yaşamın algoritması, acaba kendi kendini çürütme üzerine mi gerçekten? Sonsuzca süren bir doğruluk ve doğrusuzluk/eğrilik, ömürce süren bir başkaları ve kendilik… Bir arada yaşamanın olmazsa olmazı asgari düzeyde ortak değerler ve beraberinde kişinin kendi doğrularıyken, aslında tam olarak hangisi ki hangisine yön veren?

Çocuklara matematik öğreten ve aynı zamanda beden eğitimi dersleri veren Carla’nın yaşamla kurduğu duygu formülünün yolundan gidersek, dünya pek de kolay bir yer değil kuşkusuz. Doğru çıkarımların peşinde bir akıl, kendini terbiye etmeyi başaran bir beden ve belki de tam da bu ikisinin kazandırdığı berrak bir duygusal zekayla dünya pek de kolay bir yer değil Carla ve Carla gibiler için. Bütün bu soruların sonunda, asıl soruya gelirsek: Yaşamın kırılgan matematiğinin ortasında duran Carla, idealist bir öğretmen midir, insanın o ilkel ve ürkütücü yanını tecrübe etmiş bir saklanan mı, ya da kendi düşünce ve tavırlarıyla pratikte ne yapacağını çok iyi bilmeyen bir doğrucu mu, yoksa gölgesi uzak bir göçmen olarak, yine de her an sürgün olma fikrine hazır bir öteki mi? Carla Nowak, yaşamı kendi duygu matematiğiyle çözmeye çalışan, pratikte başarısız biri mi yoksa? Dışlanmak, doğru olanı yapmaya çalışırken bazen batırmak, yanlış anlaşılmak ya da “çoğunluğun” baskıcı tavrının altında kalmak başarısızlık mı peki?

Bir yandan matematik, bir yandan beden eğitimi dersleri veren Carla, çocuklarla kurduğu güzel ilişkiyi kaybetme noktasına geldiğinde, kendi doğruları ve onları hayata geçirirken sergilemeyi seçtiği tavırların çeliştiği noktada yalpalar en çok. Tam da o noktayı sarsan toplumsal dayatma ve arketipler, bütün filmin meselesini oluşturur aslında. Düşünce ve praksisin birbirini nasıl örtüp açtığını, içimizden hayata neyin nasıl taştığını tartıştırır bu yüzden film. Öğretmenler odasında birer öğretmen olduğumuz kadar, Carla’nın gizli açtığı kamerasında birer hırsız da oluruz biraz. Çünkü Carla’nın yaşadığı çelişki, devamında gelişen çırpınışları ve okul sınırlarına etkisi neredeyse bize her karakterle yakın eşitlikte mesafe sağlar. Filmin en ayırıcı noktası tam olarak bu diyebiliriz hatta; içindeki hemen her karakterle empati kurdurabilmesi. Hiçbir şey katıksız şekilde doğru gitmiyor filmde çünkü. Hiç kimsenin katıksız iyi ya da kötü olmaması gibi… Carla’nın bütün iyi niyetine rağmen, meslektaşlarını gizli bir kamerayla gözetlemesi, hırsızlıkla suçlanan Kuhn’un duygusal tepkiler verip bir yetişkin gibi davranmayarak okuldan kaçması, hırsızlığa ve ama gözetlenmeye uğrayan öğretmenlerin kendi insani eksiklikleriyle yüzleşmemek adına Carla’nın üstüne gitmeleri, Oscar’ın bir çocuktan çok, öfkeli bir ebeveyn gibi davranıp Carla’ya “dersini” vermesi, okul öğrencilerinin basın özgürlüğü kavramı altında “hakikatin” peşine düşerken, gerçekleri çarpıtması… Tıpkı küçük bir dünya prototipi gibi, herkesi parmağında çevirip durur bu öğretmenler odası.

Kendiyle çelişmek, ötekiyle bölüşmek…

Okulun sınırları içinde gözleri ve kalbi açık, ağzı ise daha çok kapalı halde dolaşan Carla, boğucu bir yabancılık ve yalnızlık hissi duyduğunu hissettiriyor insana. Kendinizi Carla’nın duvarları arasında buluyorsunuz birden. Az konuşan, insanlarla yüz göz olmayan, kendine has bir karakter olan Carla, çocukların mutluluğuna gönenen, yaftalanmasına diklenen, dışlanmasına üzülen bir öğretmen. Carla gibilere idealist demeye alışmış olsak da normalden öteye gitmeyen tavırları, onu bizler için yine de bir kahraman yapıyor. Sahi, bunlar Carla’yı neden kahraman yapıyor? Özel hayatına, evine dair hiçbir şey görmediğimiz Carla, sadece okulda gezinen az konuşur varlığıyla dahi nasıl oluyor da böyle güçlü bir karakter çiziyor bizlere? Nasıl oluyor da Carla’nın ifadesi, iradesi bu denli peşinden sürükleyebiliyor bizi? Tavırlarıyla kendisinden beklenenin aksini sergiliyor çünkü… Karakteri güçlü kılan her zaman tavırlar olmuyor mu zaten? Olaylar ve durumlar karşısında sözlü ifadesinden çok tavrıyla tutunuyor ya doğrularına insan. Önce düşünen, ardından söyleyen ve sonunda fiilen ifade eden insanın bütün mevzusu en iyi tavrında çözülürken, tam da oradan kuruyor etrafındakilerle bütün güven ilişkisini.

Carla’nın filmin başından itibaren, çocuklarla kurmayı başardığını düşündüğümüz güven ilişkisi, matematiğini yanlış kurduğu bir girişimle hızlıca bozuluyor. Filmin başında ötekileştirmeye karşı tepkisini çekinmeden ortaya koyarken, ilerleyen süreçte tam da eleştirdiği sistemin bir dişlisi konumuna düşmesiyle film düğümleniyor. Ötekileştirmeye karşı duran Carla, yaşanan olayın sonunda, bir yandan da öteki konumuna düşüyor. Polonya göçmeni bir ailenin çocuğu olduğu bilgisine filmin detay bir sahnesinde ulaşıyoruz. (Öğretmen arkadaşı odada eğilip onunla Lehçe konuşmaya çalışınca, diğer öğretmenlere duyduğu saygıdan, ortak dile dönmesini rica ediyor Carla. Peki “bilincinin” etkisi midir bu, yoksa “bilinçaltının” tepkisi mi?) Carla’nın kurduğu empati de elbette çoğunlukla buradan geliyor. Ötekini anlamak için, bir öteki olmak şart mı belki de? Irkınla, dilinle ya da dininle, cinsiyetin, rengin, ya da cinsel yöneliminle… Aslında bu matematikle geriye öteki olmayan az bir kesim kalsa da çoğunluk ruhunun baskıcı politikasıyla herkes kabul edilir olmanın peşinde. Bir öteki, bir idealist, bir gözetleyici, hatta sonunda bir beceriksiz konumuna düşen Carla’nın filmdeki kahramanlığı kendisiyle çeliştiği noktada çok şey düşündürmeye başlıyor. Yaşamın içinde en zorudur ya kendiyle çelişmek. Başkalarından yana kuşkuya düşmenin telafisi vardır her zaman. Oysa kendiyle kuşkuya düşmenin sonu tuhaf bir hapisliktir. Herkesi terkeder de kendini terk edemez ya çünkü insan.

Basın, Etik ve  Hakikat

Okulun lise öğrencilerinin çıkardığı gazetede Carla’yı bir röportajla sıkıştırıp sordukları sorular ve cevapların politik kısıtlılığına rağmen gerçekleri afişe etmeleri hem Carla’yı, hem okulu hem de beraberinde kendilerine düşmanlık etme potansiyeli olan öğretmenlerini zorlasa da çocukların “hakikatin” peşini bırakmamaları, bizlere basın etiğini de hatırlatıyor. Çarpıtılmış ve yorum katılmış saptamalarını gözlemlediğimizde, basın özgürlüğü algılarının kendilerine öğretilenin dışına çıkamadığını görsek de yine de öğretmenlerini falakaya yatıran gazetelerini okumak istiyoruz. (Üstü kapatılmış ana akım medyadansa biraz çarpıtılmış ve günün sonunda haksızlığın gözünü oyarken belki “gerçeğin” yaka paçasını biraz dağıtmış olanını tercih ediyoruz/anlıyoruz.)

Okul sınırlarında kurulan bu dünyada yaşanan genel ahlaki tutum, bütün iyi niyetine ve omurgalı duruşuna rağmen, yer yer bizlere Carla’yı da sorgulatıyor. Belki de çocukları zan altında olmaktan kurtarmak için, başka türlü ama yine de sonuçta bir hak ihlaline baş vuruyor Carla. Gizli kamerayla öğretmenler odasını gözetliyor. Eline geçen ve kendince yeterli bulduğu delille ise okulda büyük ses getirecek bir girişimde bulunuyor. Elindeki delille hırsız olduğuna ikna olduğu okul çalışanı Kuhn’un karşısına geçip, yargıçlık yapıyor. Rahatsız edici bir tavır sergiliyor burada Carla. Tam da filmin başlarında başkalarında eleştirdiği önyargıyı kendisi de sergilemiş oluyor. Film boyunca sergilediği dürüst tutumu, herhangi birine herhangi bir şekilde verebileceği zarardan kaçınan tavrı, korumacı ve bütün düşünceli haline rağmen, bir anlık gafletiyle karakterinin ilk firesini veriyor. Günün sonunda tartaklanan, dışlanan, yanlış anlaşılan, anlaşılamayan, yargılanan da kendisi oluyor. Bazen en doğru olanı yapmanın peşine düşerken yalpalıyor ya sahi insan.

 “Ama meraklı insanlar kalkıp sorduklarında bana
bütün bunları hissedebilme cesaretinin anlamını,
ne olduğunu kaderin, yücenin ve kazancın,
derim ki
o zaman hem yaşamak,
hem de düşünmektir yaşadığını.”

Mesafenin trigonometrisi, algoritmanın felsefesi…

Aslında herkes gibi, hayatın içinde muhatap olduğu “diğerlerine” karşı geliştirdiği bir nevi mesafe trigonometrisi var Carla’nın. En dipte ve uzak duranlardan olduğu için gizemini koruyan Carla, tam da toplumun genelinin sevmeyeceği biri. Fiziksel özellikleriyle bile aslında neredeyse ayırt edilir. İri gözlerini insanın üstüne dikip bakışlarıyla gerçeği arayan, bazen gerçeği saklarken de gözlerini yine dikip öylece duran…

Matematikte sonuca ulaşmak için gidilen yolun önemi, yaşamın içinde doğruya ulaşmak için gidilen yolun önemiyle aslında ne kadar da birbirine benziyor. Filmin başında cevabı bilen öğretmen Carla’nın sorduğu matematik sorusunun, bakış açısı ve izlenen yolla gerçek sonuca ulaşmasının karşısında, yaşamın içinde başına gelen olayda yanlış yoldan gidip kötü bir öğrencilik sergileyen Carla’nın sonuçsuz kaldığını görüyoruz. Filmin devamı, Carla’nın bunu düzeltmeye çırpınması üzerine uzayıp gidiyor ama filmin net bir sonu yok. Ucu açık, toplamı bulunmamış bir matematik problemi gibi bırakıyor kendini film. İzlenen yollardan birini gösterebiliyor ancak. Gidilen yolun ve formülün yarattığı çıkmazın, ulaşılmak istenen sondan nasıl da bizi uzaklaştırdığını usul usul verirken, sonuca bir türlü ulaştırmıyor. Hırsız kimdir? Carla mı okuldan ayrılır, yoksa Oscar mı okuldan atılır? Oscar’ın annesi Kuhn aklanıp işinin başına mı döner, yoksa işine son mu verilir?

Sona ulaşamayan ve olanlardan bunalan Carla, okulun ortasında durup çığlık atamayacağı için, bu çığlığa sınıfta çocukları da ortak eder. Hep bir ağızdan, çığlıklarını birbirine dolayıp rahatlarlar. Carla’nın bu hareketle önümüze şöyle bir son verdiğini düşünelim: “Ben ideal/ist değilim…” Evet, O da herkes gibi ideal olan değildir ama yaptığı hatanın bedelini kimseye de ödetmemeye kararlıdır. Onun için yegane mühim olan, Oscar’ın bu işten daha fazla zarar görmemesidir. Hırsız kimse kimdir, haksız kimse kimdir, kendisi ne konuma düşerse düşsün bu da artık mühim değildir. Doğruları uygulamaya çalışırken, yanlış yoldan giden bir matematikçi olan Carla’nın bize verdiği son, ancak bu duygular üzerinedir. Sahi, bazen yolun yanlışını, doğrusunu görmek, sonuca ulaşmaktan daha mühim değil midir?

Okuldan geçici süre için uzaklaştırılan Oscar, yine de gelip matematik dersine girerek, bütün ricalara rağmen sandalyesinden kalkmaz. Filmin başında zorlu matematik problemini doğru yoldan gidip çözen Oscar, şimdi ise öğretmeninin karşısında inatla durmuş, kendisine hediye ettiği küpleri de doğru yerlerine yerleştiriyordur. Bir nevi ona kendisinin doğru yoldan gittiğini ifade etmeye çalışan Oscar, filmin son sahnesinde tıpkı bir kral gibi polislerin omzunda tahtıyla birlikte kaldırılıp okuldan çıkarılır. Problem çözülmüş müdür peki; hayır. Hırsız kimdir peki, haksız kimdir?

*Şiir; Friedrich Hölderlin – Ruh Huzuru 

İlker Çatak yönetmenliğinde 2023 Alman yapımı, orijinal adı Das Lehrerzimmer olan Öğretmenler Odası filminin Carla karakterini Leonie Benesc canlandırmıştır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.