‘Kürt açılımı’ için ilk adım

“Türk aydınları” ortak bildirisine imza atan aydınlardan bir grup daha sonra Başbakan’dan görüşme talep etti. 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’ı ziyaret etmeye hazırlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çarşamba günü bir grup aydınla Kürt sorununu ele aldı.

‘Kürt açılımı’ için ilk adım
‘Kürt açılımı’ için ilk adım
İlke TV
  • Yayınlanma: 21 Kasım 2024 12:23
  • Güncellenme: 21 Kasım 2024 12:54

1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (7)

2005’in ortalarında ülkede bir yandan bayrak yürüyüşleri diğer yandan operasyonlar gerginliğe yol açmıştı. Bir grup aydın PKK’ye silah bırakma çağrısında bulundu. Bunun ardından  Erdoğan Diyarbakır ziyaretinde ilk kez Kürt meselesinin çözümü için somut konuşacaktı ve görüşmeler başlayacaktı. Aydınların Diyarbakır ziyareti, 28 Mart olayları, Dağlıca baskını, sınır ötesi operasyon, İmralı ile görüşmeler gibi birçok başlığı bu bölümde ele aldık.

15 Haziran’da PKK’ye silah bırakma çağrısı 

15 Haziran 2005’te 151 imzalı bir bildiri yayımlayan farklı görüşlerden bir grup aydın, kendilerini “Türk aydınları” diye tanımlayarak, PKK’ye koşulsuz olarak silah bırakma çağrısı yaptı; hükümetten de Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Kürtlere yönelik demokratik ve ekonomik açılımlar talep etti.

Bu açıklamayı yine farklı gruplardan bir grup Kürt aydınının yaptığı aynı yöndeki destek açıklaması izledi.  “Türk aydınları” ortak bildirisine imza atan aydınlardan bir grup daha sonra Başbakan’dan görüşme talep etti. 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’ı ziyaret etmeye hazırlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çarşamba günü bir grup aydınla Kürt sorununu ele aldı.

Yaklaşık 3.5 saat süren toplantının ardından basın mensuplarına bir açıklama yapan aydınlar grubunun sözcüsü Profesör Gencay Gürsoy, toplantının “Çok olumlu ve çok verimli” geçtiğini söyledi. “Başbakan Kürt sorununun demokrasiden taviz verilmeden çözüleceği konusunda teminat verdi” diyen Gürsoy’a göre, böylelikle Erdoğan Kürt meselesinin sadece bir asayiş sorunu olmadığını kabul etmiş oldu. Gürsoy, açıklamasında, “Şimdi bir kez daha PKK’ya sesleniyoruz. Silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz olarak son verilmelidir. Demokratik açılımların işaretleri verildi” diye konuştu.  Buna karşılık Gürsoy, hem gazetecilerin sorularını yanıtlarken hem de, daha sonra BBC Türkçe Servisi’ne verdiği mülakatta, Erdoğan’ın “demokratik açılımlar” ya da ekonomik ve sosyal alanlarda somut, ölçülebilir adımlar vaat etmediğini kabul etti.  Başbakanlık’ta yapılan görüşmeye katılanlar arasında gazeteci Oral Çalışlar, Ahmet Hakan, Nuray Mert, Ali Bayramoğlu, Profesör Gencay Gürsoy, iş insanı Osman Kavala ile edebiyatçı Orhan Pamuk ve Adalet Ağaoğlu da vardı. Gazeteci Oral Çalışlar, görüşme öncesinde BBC Türkçeye verdiği mülakatta, “Başbakan’ın çok alışılmadık bir şey yaparak bizimle görüşmesi çok olumlu bir adımdır” dedi.

Başbakan Erdoğan’ın görüşeceği gruba niçin aynı yönde bir açıklama yapmış olan Kürt aydınlardan kimsenin çağırılmadığı sorusu üzerine Oral Çalışlar, şöyle konuştu: “Tabii ki böyle bir ayırım yapılmaması gerekiyor. Ama iki ayrı açıklama yapıldı. İki ayrı inisiyatif oluştu. Şu anda görüşmeyi yapacak olan grup ilk açıklamayı yapan bizim grubumuz. Ama Kürt arkadaşların da Başbakan’la görüşme yapmasını isteriz ve destekleriz.”

Erdoğan ile görüşme  

Ancak görüşme öncesi yaşanan bir süreç vardı. Kürt sorununda, “Sorun yok derseniz yoktur” diyen Erdoğan’ın meselenin çözümüne yaklaşımında farklılığa giden süreç Amed Dicle’nin kitabında geniş yer aldı. Kitabı köşesine taşıyan Fatih Polat Evrensel gazetesinde şu notları aktardı:

“Temmuz 2005. Ankara’da bir araya gelen 10 aydın, birkaç gün sonra Erdoğan’la görüşeceklerdi. Aydınların bir araya gelmesini sağlayanlardan Orhan Doğan da toplantıda hazır bulunuyordu. Birazdan bir telefon bağlantısı kurulacaktı. Telefonun diğer ucunda Murat Karayılan vardı. Karayılan katılımcıları selamladı, katılımcılar da onu. Görüşme kısa sürdü.

Karayılan, bir kez daha demokratik çözümden yana olduklarını ve bunun için karşılıklı adım atmaya hazır olduklarını, Başbakan’a bunun aktarılmasını istediklerini talep etti. Erdoğan ile görüşecek 10 kişilik aydın ekibi PKK’den çözüm için destek almıştı. Birkaç gün sonra 10 kişilik heyet Erdoğan ile bir araya geldi. Erdoğan, heyetin Murat Karayılan ile telefonla görüştüğünü biliyordu. Toplantı olumlu geçti. Erdoğan, heyet aracılığıyla PKK’ye ‘Yakın bir zamanda Diyarbakır’a gideceğim, orada konuşacağım. Beni izlesinler’ mesajı gönderdi.” (s.23)

“(…)2005 yılının ortaları. Avrupa’daki uluslararası bir toplantıda Başbakan Erdoğan ile bir araya gelen eski bir Norveç Başbakanı (onayı alınmadığı için ismi yazmadık), Kürt hareketi ve Türkiye arasındaki sorunun çözümü için inisiyatif almak istediklerini söyledi ve kendilerinin bu konuda ne düşündüğünü sordu. Erdoğan, önceki girişimlerden söz etmeyerek, böyle bir girişimin olumlu olacağını belirtti. Erdoğan, daha sonra Norveç Dışişleri Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı da yapan muhatabını dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’e yönlendirdi. (…) Bunun üzerine Norveçli aracılar Kandil’e giderek Murat Karayılan ve Duran Kalkan ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeler daha çok ‘tarafları yoklamak, neler düşündüğünü anlamak’ şeklinde sürdü.” (s.26)

Oslo görüşmelerinin alt yapısını hazırlayan süreç ise, 2005 yılının aralık ayında iki İngiliz temsilcinin Brüksel’de, Kürt hareketinin temsilcileri ile kurdukları ilişki ve kendileriyle merkezi Cenevre’de olan bir kurum adına görüştüklerini belirtmeleriyle başlıyor. PKK ile Türkiye devleti arasında ‘barış görüşmeleri için ara buluculuk’ yapmak istediklerini belirten İngiliz temsilciler, Türkiye devletiyle görüştüklerini ve Kandil’e giderek PKK yönetimiyle de görüşmek istediklerini belirtiyorlar.”

Erdoğan Diyarbakır’da 

Erdoğan, 10 Ağustos 2005’te bir grup aydınla Kürt sorununu görüştü. Başbakanlıkta gerçekleşen görüşmede Erdoğan, “Kürt sorunu ya da daha pek çok başka sorun, bizim için demokratikleşme sorunudur,” diyerek sorunun adını koydu.

11 Ağustos’ta Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır ziyarei ile ilgili Doğu ve Güneydoğu’daki 57 belediye başkanı, basın toplantısı düzenledi, barış için çağrılarda bulundu. Erdoğan iki gün sonra üç bakan ve güçlü bir danışman ekibini yanına aldı, 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’a giderek halka hitap etti. Erdoğan burada devletin ezberini bozacak siyasi mesajlar verdi ve “Sorun bu milletin bir parçasının değil hepsinin sorunudur” dedi.  Başbakan konuşmasını çözüme ilişkin şu mesajlarla tamamladı:

“Kürt sorunu ne olacak diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dahilinde her sorunu, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de..”

Erdoğan’ın mesajı olumlu karşılandı 

Erdoğan’ın açıklamaları bölgede genellikle olumlu karşılandı, ama benzer görüşlerin ve açıklamaların daha önce dile getirildiğini anımsatarak, ihtiyatlı yaklaşanlar da oldu. Diyarbakır’a bağlı Yenişehir ilçesinin DEHAP’lı belediye başkanı Fırat Anlı, Erdoğan’ın daha önce sorunu adlandırmaktan kaçınması dikkate alındığında, son açıklamaların çok olumlu bir gelişme olduğunu söyledi.

Diyarbakır çıkışı çözüm için fırsata dönüştürülmedi 

Erdoğan’ın Diyarbakır çıkışı çözüm için fırsata dönüştürülemedi. Erdoğan  siyasi parti liderlerinden destek görmedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı “hain yaklaşımı desteklemekle” suçladı. Bahçeli 13 Ağustos’ta yaptığı basın açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Sorunun ‘Kürt Sorunu’ olarak tanımlanmasında ve ‘Demokratik Cumhuriyet’ söyleminde İmralı ile aynı noktada buluştuğunuza göre, çözüm yolları üzerinde de bu kanlı cani ile pazarlık mı yapacaksınız? Türk milleti haklı olarak bu soruların cevabını Başbakan’dan beklemektedir. Türkiye’ye her bakımdan güç ve kan kaybettiren terörün durdurulması, vatanını seven herkesin ortak arzusu ve beklentisidir. Ancak bunun yolunun teröre teslim olmaktan ve milli birliğimize kastetmekten geçemeyeceğini herkes çok iyi bilmelidir.”

Başbakan Erdoğan kendisine yöneltilen eleştirilere sert yanıt verdi ve “Siyasette ahlaki seviyeyi kandan, ölümden oy bekleyecek kadar alçaltıyorlar,” diyerek muhalefet partilerine yüklendi.

Ateşkes ilan edildi, MGK toplantısı 

Kongra Gel de ateşkes karan alındı. 20 Ağustos’ta başlatılan ateşkes karan PKK’nin ilan ettiği ilk ateşkes değildi.  PKK daha önce 1993, 1995 ve 1998 yıllarında da ateşkes ilan etmişti.

23 Ağustos’ta MGK düzenledi. MGK’da, tarafların hazırladığı raporlar çarpıştı. Toplantı sonrasında yayınlanan bildiride, “terörle mücadelede etkin kararlılık” vurgusu yapıldı. MGK’ya hükümet ve askerin, kendi tezlerini ifade eden raporlarla geldikleri öne sürüldü. Tarafların tezlerinin tartışıldığı toplantı sonrasında yayınlanan bildiride hükümete de uyarı vardı.  MGK Genel Sekreterliği’nden yapılan açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temel düşünceye uygun olarak Anayasa’da Cumhuriyet’in niteliklerinin belirtildiği; ulusun bağımsızlığını ve tümlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet’i korumanın, dil, din, etnik köken, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, kişilerin ve toplumun gönenç, huzur ve mutluluğunu sağlamanın, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayıldığı” belirtildi.

Kurumlardan barış çağrısı 

Ateşkese rağmen çatışmalar devam ediyordu, ölüm haberleri geliyordu. MKM, Asrın Hukuk Bürosu, Ülkede Özgür Gündem gazetesi, DTP, Göç Der, Barış Anaları İnisiyatifi, TUHAD FED gibi Kürt kurumları, Kongra Gel’in yeni ateşkes kararına destek veriyordu. Kurumlar, yayınladıkları ortak bildiride, “Çocuklarımızın ölmemesi, karanlık dönemin aydınlatılması ve toplumsal barışın sağlanması için yapılan her türlü girişimi destekliyoruz” denildi.

Umut Kitabevi’nin bombalanması

Bu yıl “kırılma noktası” değeri taşıyan olaylar yaşandı ve onlardan biri, 9 Kasım 2005 günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde bulunan Umut Kitabevi’nin bombalanmasıydı. Saldırıda Ali Yılmaz ve Mehmet Zahir Korkmaz yaşamını yitirdi. Saldırıyı gerçekleştiren astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz  ile itirafçı Veysel Ateş kaçarken halk tarafından yakalandı. Patlamanın faillerine ait otomobilde bulunan belgeler arasında 105 kişinin adının yazılı olduğu üç liste ile içinde krokiler, haritalar, kimlik kartları ve izin kâğıtları olan 300 sayfalık dört klasör bulundu. Ayrıca Demokratik Toplum Partisi’nin 18 delege aday adayının fotoğraflarının bulunduğu bir başka belge de ortaya çıktı. Açılan davada karar duruşmasının hemen öncesinde iddianameyi hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya meslekten ihraç edildi. İhraç kararının, dönemin üst düzey komutanlarının baskısı nedeniyle verildiği dile getirilen iddialar arasındaydı.(Saldırının üzerinden 19 yıl geçmesine rağmen suçüstü yakalananların beraat ettiği dava ise üç yıldır Anayasa Mahkemesi’nde.)

İddianamenin asıl çarpıcı detayı ise, olayda adları geçen askeri personelin EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) kapsamında görevli oldukları ve bu nedenle emir komuta zinciri içerisinde Genelkurmay Karargahı’na kadar bir “sorumluluk ağı” oluşturduğu görüşü idi.

Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, bombayı atan Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz için “Tanıyorum, iyi çocuklar” dedi. Büyükanıt’ın ‘iyi çocuklar’ dediği iki asker ve bir itirafçı 2021’de beraat etti. Ali Kaya tahliye olduktan sonra, “Fırsat bulduğumda inşallah Büyükanıt Paşa’nın ellerinden öpmeye gideceğim.” dedi.

Olaya en sert tepki dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan geldi. Baykal’a göre Yaşar Büyükanıt’ın suçlanması TSK’ya karşı bir “darbe girişimi” idi. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül 13 Kasım 2005 günü bir gazeteye şu açıklamayı yaptı:

“Patlayan bomba devlet envanterinde çıkarsa büyük sorun olur. Bu boyutuna bakılıyor. Bomba uzmanları inceliyor. Eğer patlayan bombanın düzeneği ya da malzemesi devletin elindeki patlayıcılardan çıkarsa kötü olur. Olayın içinde resmi görevliler varsa, o zaman kim organize etmiş, emri kim vermiş, nereye kadar uzanıyor onlara bakılır. Ama şunu söyleyelim ki sorumlular mutlaka bulunacak ve cezasını çekecektir. Devletin selameti için, devlet görevlileri de olayın içine karıştıysa, en ağır şekilde hesap verecekler.” (13 Kasım 2005, Akşam gazetesi. Milli Savunma Bakanı endişeli!)

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerinin bölgede yaptığı incelemenin ardından hazırlanan alt komisyon raporunda Genelkurmay Başkanlığı’na “Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde JİTEM, JİT gibi birimler mevcut mu?” sorusu yöneltildi. Üzerinden geçen zamana ve Şemdinli dahil JİTEM’in “fail” olarak adının geçtiği davalar peş peşe “zaman aşımı”, “delil yetersizliği” gibi gerekçelerle kapatıldı.

Üst kimlik tartışması

Olayın ucu nereye kadar giderse gitsin araştırılacağını ifade eden Başbakan Erdoğan, bir hafta sonra Şemdinli’ye giderek halka hitap etti. Erdoğan, ”Türk ‘Türküm’, Kürt ‘Kürdüm’, Laz ‘Lazım’, Boşnak ‘Boşnak’ım’ diyecek. Ama hepimizi birleştiren üst-kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır,” deyince üst-kimlik tartışmaları yaşandı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu konuşmaya sert tepki gösterenlerdendi. Erdoğan’ın, “ezik bir başbakan görüntüsü verdiğini, iki arada bir derede kaldığını, ne yapacağını bilemez halde” olduğunu savunan Baykal, “Ne devletin içinde devlet varsa oraya yürüyebiliyor, ne kamu otoritesi sağlayabiliyor, ne halk ile kucaklaşmasını biliyor” dedi.

Barzani de üst kimlik açıklaması yaptı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Şemdinli ziyaretiyle başlayan ve iç siyasetin gündeminde uzun süre kalan “alt kimlik – üst kimlik” tartışmaları Irak Federal Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne de sıçradı. KDP ve Irak Federal Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani parlamento seçimleri öncesi “İster Kürt, ister Arap, ister Asuri, ister Yezidi olun. Bu topraklarda yaşıyorsanız Kürdistanlısınız. Perşembe günkü seçimlere bu bilinçle gitmeniz gerek” dedi.

Erdoğan’ın sarf ettiği bu sözlere Abdullah Öcalan’dan destek geldi.

MİT’ten Öcalan’a ziyaret Erdoğan’a destek

Cumhurbaşkanı ve siyasilerden Erdoğan’a eleştiri gelmişti, ancak MİT, başbakana destek vermişti. MİT aralık ayında, eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş aracılığıyla dolaylı olarak resmi görüş açıkladı. Öneş, Radikal gazetesinde peş peşe yayınladığı makalelerde, ABD’nin Öcalan’ı, Barzani ve Talabani’ye muhalefetini devre dışı bırakmak için Türkiye’ye teslim ettiğini, duygusallığın zarar verdiğini, iç barışın tesisinde zaman ve uygun konjonktürün kaçırılmak üzere olduğunu, toplumun alt kimliğe hazır olduğunu, silahların bıraktırılması ve iç barış için Öcalan’dan yararlanılması gerektiğini açıkladı.

Öneş’in Radikal gazetesinde yayınlanan makalesinde yer alan öneri ve tespitleri özetle şöyle oldu:

“Öcalan’ın son tezi çözümde rol oynar: A. Öcalan tarafından formüle edilen ve geliştirilmek istenilen demokratik cumhuriyet tezinin içinde hiçbir zaman kabul edilemeyecek taleplerin bulunduğunun bilinmesi ve bu konunun tartışılmazlığı, bahse konu düşüncenin ve detaylarının değerlendirilmesinin çözüm arayışlarında yararlı olamayacağı sonucunu çıkarmamalıdır. Örneğin, Kürt siyasi hareketlerinin ayrılıkçı söylemlerine, yabancı ülkeler bağlantılarına, ülke bütünlüğü üzerinde alınmasına çalışılan yeni tavır arayışlarının muhtemel sonuçlarının değerlendirilebilmesi yararlı olabilirdi.” Öndeş, özetle “Öcalan ile görüşün” diyordu.

MİT’in de temasları vardı. MİT Müsteşarı Emre Taner’in Ekim ayı içinde, Irak Federal Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüştüğü basına yansıdı.

Ertuğrul Özkök, 5 Aralık 2005’te köşesinde MİT Müsteşarı Emre Taner’in Abdullah Öcalan’la görüştüğünü yazdı. “İmralı’da ilk sıra dışı ziyaret” başlıklı yazısında  görüşmenin Başbakanlık’ın bilgisi dahilinde yapıldığını belirten Özkök, askerin daha sonra MİT’in İmralı ile ilişkisini kestiğini kaydetti.

MİT Müsteşarı Emre Taner, Ağustos ayında da Bakanlar Kurulu’na kapsamlı bir brifing vererek, PKK ve Güneydoğu’daki bölge halkına dönük öneriler aktardı.

Öcalan için imza kampanyası 

Bu arada  Orta Doğu’da ve Avrupa’da Kürtlerin yaşadığı geniş coğrafyada 18 Ağustos 2005 tarihinde başlatılan
ve “Öcalan siyasi irademizdir” sloganıyla yürütülen imza kampanyası 20 Ekim 2006 tarihinde 3 milyon 243 bine ulaşarak, sonucu ilan edildi. Bu rakamın 2 milyon 40 bini Türkiye’nin içinde toplanmıştı. Bu imza kampanyasından sonra, PKK çevreleri Abdullah Öcalan’dan “Kürt halk önderi” sıfatıyla söz etmeye başladılar.

Demokratik Toplum Partisi (DTP) kuruldu

DTP’nin 9 Kasım 2005’te Kurucu eş başkanlığa Öcalan’ın avukatı Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk seçildi. Eş genel başkanlık sistemi Türkiye’de ilk kez uygulanmaya başlandı.

İngiliz heyet devrede

Türkiye’de en çok konuşulan Oslo sürecinin altyapısı ise 2005 yılının Aralık ayında Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen “AB, Türkiye ve Kürt Sorunu’ konulu bir konferansta Kürt siyasetçi Adem Uzun’un yanına gelen iki İngiliz temsilcinin Cenevre’deki bir kurum adına görevli olduklarını PKK ile Türkiye devleti arasında “barış görüşmeleri için arabuluculuk” yapmak istediklerini söylemeleriyle başladı.

Ancak Amed Dicle’nin kitabına göre, burada Norveç ekibi ile Cenevre ekibinin birbirinden haberdar olmadıkları ve her iki taraf üzerinden de görüşmelerin sürdüğü belirtildi. Görüşmelerde Kürt tarafında Sabri Ok, Remzi Kartal, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun yer alırken, Türkiye tarafında ise dönemin MİT müsteşarı Emre Taner’in bulunduğu bir ekip vardı. Oslo’ya giden süreç başlamıştı. Erdoğan’ın aydınlarla görüşmesinden önceki PKK ile temaslar ve Öcalan ile görüşmeler, Kürt açılımı için zemin hazırlıyordu.

2006 yılı Türkiye için zorlu bir yıl oldu 

Türkiye’nin 2006 yılı gündemine Irak, Ortadoğu, Avrupa Birliği ve Kıbrıs gibi dış politika konuları damgasını vurdu. 2006 yılında sınır ötesi operasyon da konuşulmaya başladı.

Ankara’nın PKK’ye karşı daha etkin önlem alınması talepleri sonucunda önce ABD, ardından da Türkiye, PKK ile Mücadele Özel Temsilcileri atadı.

ABD özel temsilcisi emekli General Joseph Ralston ile Türkiye’nin özel temsilcisi emekli Orgeneral Edip Başer çeşitli defalar bir araya gelerek, örgütün Irak’tan tasfiyesi ve Avrupa’daki destek kaynaklarının kesilmesi amacıyla görüşmeler yaptı.

Ralston aynı zamanda Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de görüştü.

Ralston bu görüşmelere paralel olarak Mesud Barzani ile de görüştü. Barzani’nin Ralston’a Kürt sorununun barışçı yollarla çözümü için çaba harcanmasını istediği ve arabuluculuk yapabileceğini söylediği belirtildi.

Hamas’ın daveti krize yol açtı

ABD ile görüşmeler devam ederken,  Türkiye, Ortadoğu konusunda daha aktif bir diplomasiye soyundu. Hükümetin Hamas’ın liderlerinden Halid Meşal’i Ankara’ya davet etmesi Washington’da rahatsızlık yarattı. Ankara’nın ziyareti İsrail ve ABD’ye bildirdiği belirtildi.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, iki ülke arasındaki görüş farklılıklarını gidermek ve ortak stratejik hedefler belirlemek amacıyla yapılan çalışmalar sonucunda Ortak Vizyon Belgesi’ni Washington’da Temmuz ayında birlikte açıkladı.

Irak’ta ise esas olarak Kerkük konuşuldu. Türkiye’nin tedirginlikleri dile getirilirken, Gül, “Kerkük, Türk-Kürt meselesi olarak görülmemeli, biz konuya hiç böyle bakmadık. Bu, Irak’ın ve Orta Doğu’nun mevcut durumunu ağırlaştırıcı bir meseledir” dedi.

Gül, Türkiye’nin Kerkük’ün özel statüsü için 2007 yılı sonunda yapılacak referandum öncesinde bir konsensus sağlanması gerektiğine inandığını ve oradaki dengeyi bozacak bir gelişmeyi tehlikeli bulduğunu belirtti.

PKK konusu da başlıca gündem maddelerinden biriydi. Gül, Beyaz Saray’ın PKK ile mücadelede özel koordinatör atamasının mevcut duruma yeni bir ivme kazandırdığını belirtti; ancak Türkiye’nin bu konuda beklentilerinin yüksek olduğunu da vurguladı.

Washington Zirvesi 

Ekim 2006’da ABD Başkanı George Bush, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırladı. İki lider düzenledikleri ortak basın toplantısında terörle mücadelede ortaklıklarını vurgularken, Erdoğan PKK’yle mücadele konusunda kararlı olduklarının altını çizdi. Bush, ”Başbakan Erdoğan ile çok kapsamlı ve önemli bir diyalogda bulunduk” dedi. Ankara’nın en önemli beklentisi olan PKK’yle mücadeleye ilişkin bir açıklama yapmayan Bush, Erdoğan ile görüşmesinde ayrıca Ortadoğu’ya istikrar getirmeye yönelik ortak çabalar hakkında da görüşme yapıldığını söyledi.  PKK’nin ”ateşkes ilan etmesiyle” ilgili bir soruya karşılık Erdoğan, şunları söyledi:

”Ateşkes ile ilgili konu, özellikle bizim konumuz. Biz ateşkes diye bir ifadeyi hiçbir zaman kullanmadık, kullanmayız. Silahı bırakmayı isteriz. Ateşkes devletler arası olaydır. Devletler arası terminolojinin parçasıdır.”

Erdoğan, ABD’nin, askeri operasyon dışında PKK ile mücadelede herhangi bir seçenekle ilgili telkini olup olmadığı ve af konusunun görüşülüp görüşülmediğine ilişkin soruyu da ”Terörle ilgili konuda, buradaki ifade ettiklerimiz dışında herhangi bir şey söz konusu olmadı. Bu müzakerelerimiz esnasında asla yer almadı” diye yanıtladı.

Erdoğan, ”Temennimiz odur ki terör örgütü silahını süratle bıraksın ve terör noktasındaki sıkıntıları insanlık adına hep birlikte mutlu bir sona kavuşturmuş olalım” dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin terör konusundaki kararlılığının süreceğini belirten Erdoğan, bu konuda ABD Başkanı Bush’un da kararlı olduğunu gördüğünü ifade etti.

Öcalan’a hücre cezası 

Avrupa Birliği müzakerelerinin askıya alınması gibi nedenlerle Türkiye’deki siyasi atmosfer sertleşmişti. Öcalan’a da art arda hücre cezaları veriliyordu.  Ama Öcalan çözüm için önerilerini her fırsatta dillendiriyordu. Öcalan’a yönelik sert uygulamalar yurt içinde PKK’ye yönelik operasyonlara yansıyordu. Ölüm haberleri geliyordu.

28 Mart olayları  

Mart 2006’da Muş’ta yaşamını yitiren 14 PKK’liden dördünün cenazesi Diyarbakır’a götürüldü. Cenazeler Diyarbakır’a varır varmaz gösteriler başladı. Polis ve asker olayları bastırmak için silah kullandı, buna rağmen olayların önü bir türlü alınamadı.

Halk ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar, dön gün boyunca devam etti. Olaylar bittiğinde geride yakılıp yıkılmış bir kent kaldı. 7’si çocuk toplam 15 kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce kişi de yaralandı.

Olaylar daha sonra Batman, Yüksekova, Kızıltepe, Şemdinli ve Van’a sıçradı.

Erdoğan: Çocuk da olsa ‘gereği’ yapılacak!

Ankara’da partisinin il başkanları toplantısında konuşan Erdoğan, operasyonlar konusundan “A’dan Z’ye” atılması gereken her adımın kararlı şekilde atılacağını söyledi. Erdoğan’ın Diyarbakır’daki olaylara ilişkin sarf ettiği “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun terörün maşası haline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu yapacaktır” sözleri uzun bir dönem tartışıldı.

O dönem Diyarbakır Valisi ise Efkan Ala idi. Erdoğan konuşmasında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i de isim vermeden eleştirdi: “Seçimle iş başına gelenler legal yapı içinde illegal olaylara girerse yasaları karşısında bulacak. Yürütme olarak ne gerekiyorsa onu yapacağız.” Erdoğan basını da üstü kapalı uyardı. Bu arada il milletvekilleriyle Diyarbakır’a giden ve Belediye Başkanı Baydemir’le görüşmeyen İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, DTP’yi üstü kapalı uyardı. Aksu, “(siyasi parti yöneticileri) kesinlikle yanlış ve kanunsuz işlere yönelmemeli. Bu kanunlarımızda da yazılı. Görev ve sorumluluk bilinciyle davranış sergilemeleri zorunludur” dedi.

Öcalan: Boşanma ilanıdır

Abdullah Öcalan ise Diyarbakır’daki olaylar ve müdahalelere ilişkin şu açıklamayı yaptı:

“Ulusların birlikteliğini bir tür evliliğe benzeten eski bir deyim vardır. Örneğin İspanya bu zorla evlilik meselesini Bask modeli ile aşmıştır. Bu bağlamda Diyarbakır olayları bir kıvılcımdır, boşanmanın ilanıdır,” (17 Mayıs 2006).”

TMK’da değişiklik 

Diyarbakır’da meydana gelen olaylardan kısa bir süre sonra toplanan Bakanlar Kurulu’nda, ordu ve emniyetin talebi doğrultusunda Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapılacak değişiklik tartışıldı.

Kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen çocukları da kapsayan, 6008 Sayılı “Terörle Mücadele Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girdi.

Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik öngören tasarının Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmesi, OHAL’e geri dönüş olarak değerlendirildi.

‘Tekrar başa döndük’

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Yavuz Önen, TMK’nın OHAL rejimi kanunu olduğunu belirterek, “Tekrar başa döndük” dedi.  Yeni TMK’ya sert tepki gösterenlerden biri de Öcalan’dı. Öcalan da yasanın geri çekilmesini istiyordu. Tepkilere rağmen yeni TMK kamuoyuna duyurulduktan üç ay sonra yürürlüğe girdi. Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra toplumsal muhalefet üzerindeki baskı daha da artmaya başladı.

Danıştay saldırısı

Şemdinli olayları nedeniyle ordu ile AK Parti arasında ilişkiler gergindi. Tam bu sırada bazı kişiler Cumhuriyet gazetesinin bahçesine bomba attı. Bombacıların daha sonra darbe için zemin hazırlama görevi ifa eden Ergenekon çetesi ile bağlantıları olduğu iddia edildi. Kısa bir süre sonra, Alparslan Arslan adlı bir avukat, Danıştay binasına girerek toplantı halindeki 2. Daire üyelerine saldırdı.  Danıştay hakimi Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetti, dört kişi de yaralandı. Danıştay saldırısına, daha önce hükümetle laiklik konusunda ciddi tartışmalara girmiş olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Yüksek Öğretim Kurulu’nun tepkisi de sert oldu.  Danıştay saldırısı sonrası Özbilgin için Ankara’da düzenlenen cenaze töreni hükümeti protesto gösterisi ve laiklik mitingine dönüştü. Başbakan Erdoğan yuhalandı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek cami avlusunda saldırıya uğradı. Komutanlar büyük alkış aldı. Cenaze töreninden sonra, bir süreden beri gündemden düşen laiklik tartışması ansızın en çok konuşulan gündem maddesi haline dönüştü. (Alparslan Arslan, 2023’te İstanbul Maltepe Cezaevi’ndeki koğuşunda ölü bulundu. Arslan’ın çöp poşetiyle kendini asarak intihar ettiği iddia edildi.)

Andıç belgesi

Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı, “Andıç” başlıklı bir belge hazırladı. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Genelkurmay Harekat Başkanı Bekir Kalyoncu ve Bilgi Destek Daire Başkanı Tümgeneral N.Baykul’a gönderilen ve altı bölümden oluşan belgede, sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri tek tek sıralandı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den Rahmi Koç’a, Sabancı ailesinden Eczacıbaşı ailesine, TESEV Başkanı Can Paker’den gazeteci Oktay Ekşi’ye, Sezen Aksu’dan TÜSİAD’a ve TESEV’e kadar birçok ünlü şahıs ve kurum, Türkiye’yi bölmek ve istikrarsızlaştırmak isteyen yabancı örgütlerle irtibatlı gösteriliyordu. AK Parti hükümeti, kapsamlı operasyon başlattı.

TESEV raporu: 6. dönem görüşmeleri başladı

2005’ten itibaren hükümetin ağırlık koyması sonucunda, Öcalan ile görüşmelerde askerin yerini MİT almaya başladı. Cengiz Çandar’ın verdiği bilgilere göre, bu dönemde Öcalan ile görüşmeleri MİT Müsteşar Yardımcısı Emre Taner üstlendi.  MİT, Dışişleri ve güvenlik bürokrasisinin “PKK’yi dağdan indirme projesi”, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de desteğini aldı ve bu çalışmalara dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de destek verdi. Proje kapsamında, Celal Talabani Murat Karayılan ile Türkiye devleti arasında bağlantı kurdu ve Murat Karayılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a uzun bir mektup gönderdi. MİT Müsteşarı Emre Taner’in başını çektiği girişim, PKK liderleriyle anlaşılarak Habur’dan 19 Ekim 2009’da 34 kişinin Türkiye’de giriş yapmasına uzandı:

“Devlet tarafı- Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) 2005 yılından itibaren, hükümetin ağırlık koymasıyla, MİT’in Öcalan ile görüşmelerde askerin yerini almaya başlaması söz konusu olmuştur. 2006 yılından itibaren, Celal Talabani de bir kez daha Türk hükümetinin isteği ve bilgisi dahilinde PKK silahlarının susturulması için çözüm bulunması yönünde devreye girmiştir ve 2005’ten itibaren “Devlet-Öcalan görüşmeleri”, münhasıran, TSK-Öcalan görüşmeleri olmaktan çıkmaya başlamıştır. Böylece “Devlet-Öcalan görüşmelerinin” öncekilerden çok farklı nitelikte altıncı dönemine girilmiştir. O dönemde MİT Müsteşar Yardımcısı sıfatını taşıyan Emre Taner, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşmüştür. Söz konusu dönemde Öcalan’ın yanı sıra PKK yetkilileri ile de yüz yüze görüşmeler gerçekleşmiştir. Çok üst düzeyde bir devlet yetkilisinin 2006-2008 arasında Avrupa’da PKK’nın ileri gelenlerinden Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun ile birden fazla kez bir araya geldiği öğrenilmiştir. 2006 yılında yürütülen görüşmelerde asker rol almamakla birlikte, engel de olmamıştır. MİT, Dışişleri ve güvenlik bürokrasisinin “PKK’yı dağdan indirme projesi”, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de desteğini almıştır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de girişime yeşil ışık yaktığı öne sürülmüştür. 2006 yılı ile birlikte görüşmeler, İmralı-Kandil-Avrupa olmak üzere PKK’nın üç ayağı ile birlikte yürütülmüştür. Kandil ve Avrupa bağlantısında, Celal Talabani’den de destek sağlanmıştır. Talabani, özellikle Kandil’deki Murat Karayılan ile Türk devletinin bağlantısının kurulmasında rol almıştır. Bu dönem zarfında Murat Karayılan’ın Başbakan Tayyip Erdoğan’a uzun bir mektup gönderdiği ve mektubun Erdoğan’a ulaştırılmış olduğu bilgilerimiz arasında. Hükümetin bilgisi dahilinde MİT Müsteşarı Emre Taner’in başını çektiği girişim, PKK liderleriyle anlaşılarak Habur’dan 19 Ekim 2009’da 34 kişinin Türkiye’de giriş yapmasına uzanmıştır.”

2006 ateşkesi 

2006 ateşkes süreci gazeteci Amed Dicle’nin kitabında yer alan bilgilerde şu şekilde özetlendi: 

“MİT Müsteşarı Emre Taner, YNK lideri ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile görüşerek ateşkes talebinde bulundu. Talabani, bunun için DTP yönetiminin devreye konulmasını Taner’e aktarınca, görüşme için YNK inisiyatif almaya başladı. Talabani’nin özel temsilcisi Ankara’daki DTP Genel Merkezi’ne giderek, Emre Taner’in görüşme talebini DTP Eş Başkanı Ahmet Türk’e iletti ve görüşme yapıldı. MİT Müsteşarı Emre Taner, görüşmede Ahmet Türk’e, ‘4-5 ay cenaze gelmesin yeter. (…) Onun için PKK’nin ateşkes ilan etmesi lazım. Siz bu konuda inisiyatif alın’ diyor. Ardından Sabri Ok, Öcalan’ın temsilcisi sıfatıyla Emre Taner ile Ankara’da görüştü. PKK, Öcalan’ın fikri olmadan böyle bir karar alamayacağını belirtti. Ancak birkaç gün sonra Talabani, Süleymaniye’de Karayılan ile görüşür ve görüşmede “biz şu anda burada görüşürken, avukatlar da Öcalan ile görüşüyor” dedi. O sırada Öcalan’ın avukatları uzun süredir “koster bozuk” denilerek, Öcalan ile görüştürülmüyordu.

İmralı’dan dönen Öcalan’ın avukatları, “Öcalan’ın konudan haberdar olduğunu” söylediğini belirterek, Öcalan’ın şu sözlerini paylaşıyor: “Sabri’ye söyleyin, yüzde elli garantiniz varsa olabilir. Sabri Ok da buna cevap olarak “Yüzde 49 garanti var” mesajını İmralı Adası’na gönderiyor. Bunun üzerine KCK, 1 Ekim 2006 tarihinde ateşkes ilan etti.”

PKK, 1 Ekim 2006’da yeni bir ateşkes süreci ve barış projesi ilan etti. 2006 yılı bahar ve yaz ayları çatışmalı geçmişti. Sınır ötesi operasyonlar da tartışılıyordu. Sert çatışmalarla beraber, çözüm tartışmaları da yapılıyordu. Dışarıdan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Irak Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, ateşkes çağrıları ile beraber taraflarla diyalogları da vardı. Yine aynı dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan benzer çağrılar vardı. Yine içerde demokratik kitle örgütlerinin ateşkes çağrıları devam ediyordu.

Hrant Dink öldürüldü  

2007 yılı Türkiye’nin siyasi tarihine damga vuracak bir dizi olaya tanıklık etti. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink  katledildi. 27 Nisan muhtırası internetten dünyamıza girdi. Cumhuriyet Mitingleri haftalarca sürdü. Ergenekon soruşturması başlatıldı. Bu dalgalar kısa aralıklarla toplumun pek çok farklı kesimini kapsayacak şekilde genişledi.

Seçimlerde AK Parti’nin zaferi 

22 Temmuz 2007’de yapılan genel seçimleri AK Parti’nin yüzde 47 gibi çok yüksek bir oy oranıyla kazanmasının ardından Kürt meselesinde ‘açılımın’ da önü açıldı.  2007 Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimi tartışmalı geçti. Nisan ayında başlayan ve olaylı geçen süreç 28 Ağustos’ta Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle tamamlandı. 

DTP, 2007 seçimi ve ‘Bin Umut Adayları’

2007 yılında DTP, “Bin Umut Adayları” adıyla seçime bağımsız girdi ve aralarında Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Leyla Zana gibi isimlerin olduğu siyasetçiler Meclis’e girdi. Önceki partilerde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi DTP için de düğmeye bastı, 16 Kasım 2007’de “devletin bölünmez bütünlüğüne karşı eylemlerin odağı haline geldiği, terör örgütü tarafından kurulduğu, Abdullah Öcalan’dan talimat aldığı” gibi çeşitli suçlamalarla, üç yıllık parti hakkında kapatma davası açtı. Genel Başkanları Ahmet Türk’ün aralarında olduğu 221 parti üyesi için de beş yıl siyaset yasağı istendi. 11 Aralık 2009’da AYM oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına ve 37 kişiye beş yıl siyaset yasağı uygulanmasına, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin düşürülmesine karar verdi. AYM Başkanı Haşim Kılıç açıklamasında, “Bir siyasi parti; terör ve şiddet içeren eylem ve söylemleri kullanma hakkına sahip değildir, hukukun yükünü mahkemeler, siyasetin yükünü de siyasetçiler çeker” demişti. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşmesiyle, DTP’nin Meclis’teki grubu da düşmüş oldu. İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras’ın katılımıyla grup kurmak için yeterli sayı olan 20 milletvekiline ulaşınca, 2 Mayıs 2008’de Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) adıyla Meclis’te yeni bir grup kuruldu. BDP’nin genel başkanlığına Muş Milletvekili Nuri Yaman getirildi. BDP Kürt sorununun çözümünde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yol haritasının önemli olduğunu ve bu yolda adımlar atılması gerektiği mesajını verdi. 1 Şubat 2010 tarihinde gerçekleşen olağanüstü kongrede, Selahattin Demirtaş Genel Başkan oldu.

Ateşkes süreci uzatıldı

Türkiye’nin erken genel seçim ve cumhurbaşkanlığı kriziyle çalkalandığı, operasyonların arttığı o günlerde, Kandil’de Kongra Gel 5. Genel Kurul hazırlıkları tamamlanmak üzereydi. Öcalan’ın ateşkes için önerdiği sürenin sonu, yani 18 Mayıs yaklaşmıştı. PKK, siyasi sürecin netleşmesini istediğini belirterek ateşkes süresini uzattı. Öcalan’ın İmralı Günlükleri’nde bu döneme ilişkin; “Kulislerde AKP’nin Gül’ü Çankaya’ya çıkardıktan sonra Kürt sorununda açılıma gideceği konuşuluyordu ki PKK’nin ateşkesi uzatma tutumu ordu kanadında öfkeye neden oldu. Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, PKK’nin açıklamasından hemen sonra, “son fert yok oluncaya dek operasyonlar sürecek” açıklaması yaptı” bilgileri yer aldı.

Edi Bese kampanyası

2007 yılında Öcalan’ın sağlık sorunları yine gündeme geldi. Açlık grevleri başlatıldı. Peş peşe gelen hücre cezaları ve Öcalan’ın (zehirlenmesi) sağlığına ilişkin yaptığı açıklamalar, bir süre sonra “Edi Bese, Önderliği Yaşa, Yaşat” sloganıyla yeni bir kampanya başlatıldı.  2007 yılında Öcalan’ın sağlık koşullarının düzeltilmesi talebiyle 15 Aralık tarihinde startı Diyarbakır’da 900 mektupla başlayan kampanya kapsamında, birçok il ve ilçeden yüzlerce insan Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa Konseyi (AK) İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İşkenceyi İzleme Komisyonu’na (CPT) mektup gönderdi. 25 Kasım Diyarbakır’da düzenlenen mitinge 100 bin kişi katıldı.

Gabar Dağı’nda çatışma 

Ortam gittikçe gerginleşmişti. Çatışmalar ülkenin temel gündemlerinden biriydi. 7 Ekim’de Gabar’da çıkan çatışmada Bolu Dağ Komando Tugayı’na bağlı 21 komando yaşamını yitirdi. Çatışmadan sonra  Türkiye, İran ve Irak hattında operasyonlar yoğunlaştı. 10 gün sonra DTP dışında tüm siyasi partilerin desteğiyle sınır ötesine onay veren tezkere Meclis’te kabul edildi.

Dağlıca’da baskın  

Tezkereden dört gün sonra, Dağlıca’nın Oramar bölgesinde HPG ile TSK arasında çok sert bir çatışma daha yaşandı, TSK çatışmada 12, PKK ise 35 askerin yaşamını yitirdiğini açıkladı.  8 asker ise PKK tarafından kaçırılmıştı. Bu operasyonla birlikte Türkiye, sınır ötesi operasyon için diplomasi çalışmalarına başladı.  Fırat Haber Ajansı’na göre PKK yetkilileri ellerindeki sekiz askerin sabah saat 05:00 sıralarında serbest bırakıldığını bildirdi.

Askerler, imzalanan bir protokol ile bölgesel yönetici Hacı Mahmut Osman, Uluslararası Tolerans Vakfı Başkanı Hüseyin Sincari’nin amcası olan Irak Federal Kürdistan Bölgesel Yönetimi İçişleri yetkilisi Kerim Sincari, Demokratik Toplum Partisi (DTP) Milletvekilleri Osman Özçelik, Aysel Tuğluk ve Fatma Kurtulan’dan oluşan heyete teslim edildi. CNN Türk’ün haberine göre, askerler Erbil’den özel bir uçakla Türkiye’ye gönderildi. Erbil Havaalanı’ndan Türkiye’ye hareket eden uçakta Irak Savunma Bakanı Casim ve koalisyon güçlerinin komutanı Petraeus’un da bulunduğu açıklandı.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından 4 Kasım 2007 tarihli basın açıklamasında, 21 Ekim 2007 tarihinden beri haber alınamayan 8 Türk askerin TSK bünyesine katıldığı açıkladı. 8 asker; 3 Kasım 2007 günü DTP milletvekilleri Aysel Tuğluk, Osman Özçelik ve Fatma Kurtulan’a 4 Kasım sabah erken saatlerde teslim edildi.

Bush: PKK ortak düşman

ABD Başkanı George W. Bush ile dönemin Başbakanı Erdoğan, Beyaz Saray’da görüştü. Görüşmede sınır ötesine operasyon kararına onay çıktı.  Bush, PKK’yi bir ‘terör örgütü’ olarak niteledi ve örgütün Irak, Türkiye ve ABD’nin ortak düşmanı olduğunu belirtti. Bush, Türkiye’nin ABD’nin “stratejik ortağı” olduğunun da bir kere daha altını çizdi. Bush, ABD ve Türkiye ordularının iletişim halinde olması gerektiğini belirterek üçlü bir mekanizma oluşturulmasına karar verdiklerini belirtti. Erdoğan, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, konuşulan her şeyin ayrıntısını veremeyeceğini ancak görüşmeden memnun olduğunu belirtti. Erdoğan, Türkiye’ye rahat dönüp dönmediğine ilişkin bir soruya ”Hamdolsun, istediğimizi aldık” diye yanıt verdi.

İki liderin açıklamalarından sonra soru cevap bölümüne geçildi. George Bush olası sınır ötesi operasyona ilişkin bir soru üzerine “varsayımlar üzerine konuşmak istemediğini” belirtti. Türkiye’de meclisin PKK’ye karşı sınır ötesi operasyon düzenlenmesine imkan veren tezkereyi onaylaması sonrasında, ABD yönetimi Türkiye’den meselenin diplomasi yoluyla çözülebilmesi için ‘biraz sabır’ istemişti.

Operasyonda KDP ve YNK’nin de Türkiye’ye destek vermesi sağlandı. Mahmur Mülteci Kampı’na yönelik baskılar arttı, PKK’nin Irak’ta kurduğu siyasi parti Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’ne (PÇDK) ait bürolar kapatıldı.

Sınır ötesi operasyon 

16 Aralık 2007 gecesi Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının Irak’ın kuzeyinde bulunan Zap, Avaşin, Hakurk ve Kandil’i bombalamasıyla başlayan, Türkiye tarihinin ilk gece harekâtı olan operasyon 1.5 saat sürdü ve operasyona 50’ye yakın savaş ve ikmal uçağı katıldı.

Gates’ten Ankara’ya: Türkiye denge kurmalı

2008 yılının ilk aylarında sınır ötesi operasyon gündemdeydi. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Ankara’ya geldi. ‘Türkiye’nin kendini savunma hakkı ile Irak’ın toprak bütünlüğü arasında denge kurması gerektiğini’ söyledi. Gates, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile görüşmesinin ardından düzenlenen basın toplantısında, “ABD’nin, Türkiye’nin Irak’a düzenlediği kara operasyonunun kısa sürmesini ve belli noktaları hedeflemesini istediğini” söyledi. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de  “İç politikaya karışmak ve herhangi bir alanı işgal etmek niyetimiz yok” derken hukuk ve düzeni oluşturma hareketi olarak tanımladığı bu harekat için ‘ne kadar gerekirse o kadar kalacaklarını ve görevleri tamamlandığında orada kalmak gibi bir niyetleri olmadığını’ söyledi.

Erdoğan: Hedefe ulaşılınca

ABD Savunma Bakanı Gates, Ankara’dan ayrılmadan önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Başbakan Erdoğan ile de bir araya geldi. Erdoğan, ABD Savunma Bakanı Gates ile yaptığı görüşmede, Irak’ın kuzeyinde süren operasyonla ilgili olarak, ‘hedefe ulaşılınca’ Türk askerlerinin döneceğini bildirdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde sürdürdüğü harekatın kısa sürmesi gerektiği yönündeki açıklamasıyla ilgili olarak, “Kısa süre izafi bir kavram” açıklamasını yaptı.

Türk heyetinin Bağdat teması

Bu arada Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun da aralarında bulunduğu bir heyet de aynı tarihte Bağdat’ta temaslarda bulundu. Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Sünni ve Şii yardımcıları ve Dışişleri Bakanı Zebari’nin yanı sıra, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker ve Koalisyon Kuvvetleri Komutanı Orgeneral David Petraeus’la görüşmüştü. Bölgedeki kaynaklar, Türkiye’nin harekatın ardından Kuzey Irak’ta, adına ‘ortak güvenlik bölgesi’ denilecek olan bir tampon bölge oluşturmak istediğini iddia etti. İddiaya göre konu hakkında Bağdat hükümeti ile de anlaşmaya varıldı. Bu arada Almanya, İsviçre, Avusturya ve Kanada’daki bazı kentlerde Türkiye’nin Kuzey Irak operasyonunu protesto eden gösteriler düzenlendi.

21-29 Şubat 2008 tarihinde “Güneş Harekâtı” adı altında Zap’a yönelik yeni bir kara operasyonu başlatıldı Operasyon sırasında iki köprünün vurulması KDP’nin tepkisini çekti. Türkiye ordusu ile peşmergelerin karşı karşıya gelmesi an meselesiydi. Bu durum, ABD’nin bölgesel politikalarıyla çelişiyordu. Türkiye’nin Irak topraklarına asker sokması Kürtler arasında endişe ve kaygılara neden olmuştu.

1999’dan sonra en fazla hak ihlalleri 2008’de

Sınır ötesi operasyonlar, çatışmalar, gözaltılar… 2008’de Kürt illerinde Newroz bayramını kutlamak isteyenlere güvenlik güçleri  panzerlerle müdahale etti, aşırı şiddet kullanarak değişik kentlerde 5 kişinin ölümüne, 164 insanın da ağır yaralanmasına neden oldu. İHD’nin raporuna göre, 23 Nisan’da Hakkari’de çocuklara müdahale eden özel timin silahının dipçiğiyle bir çocuğun kafasını parçalarcasına vurması gündeme düştü. Raporda. “Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan 13 şube ve 2 temsilcilikten aldığımız ihlal başvurularına baktığımızda 1999 yılından itibaren ihlallerin azaldığını, 2003 yılından itibaren ihlallerde ise bir tırmanış yaşanmış, 2007’de bir artış yaşanmış, 2008’de ise korkunç bir boyuta ulaşmıştır” denildi.

3 Temmuz 2008’de Cenevre’de görüşme

2008’in ilk görüşmesi ise Ankara ve Cenevre’de yapılan kimi farklı görüşmelerin ardından 3 Temmuz 2008’de Cenevre’de gerçekleşti. Kürt tarafında Remzi Kartal ile Zübeyir Aydar ve bir tercüman bulundu. Türk tarafında ise kendisini “Ayla Hanım” ve “Bayan Güneş” olarak tanıtan dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile Salih ve Ozan isimli iki kişi bulundu. (Ozan kod adlı kişi daha sonra Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’a yönelik suikast ile karşımıza çıkacaktı)

Bu görüşmede aracı heyetin dışarı çıkmasından sonra Afet Güneş, Remzi Kartal’a bir e-mail adresi uzatarak, “Bundan sonra aracısız görüşelim, bunları devreden çıkaralım, bu mail üzerinden görüşelim” dedi. Ancak, önceki görüşmelerden tecrübe edinen Kürt tarafı, öneriyi geri çevirdi ve üçüncü bir gözün olması gerektiğini belirtti.

Aracı kurumun Ankara ve Kandil’de yaptığı görüşmelerin ardından Oslo görüşmeleri başladı. Aracı kurum, Kürt tarafına dönemin KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın katılmasını da istedi. Ama KCK kendi arasında yaptığı tartışmaların ardından “diplomatik teamüller gereği” KCK Yürütme Konseyi üyeleri Mustafa Karasu ile Sozdar Avesta’nın görüşmeleri yürütmesine karar verdi. Güvenlik, ulaşım ve pasaport işlemlerini Norveç hükümeti üstlendi.

Özetleyecek olursak bir yandan operasyonlar ve çatışmalar yaşanırken, diğer yandan da çözüm için görüşmeler sürüyordu ve daha büyük bir adımın zemini hazırlanıyordu. Sonraki bölümde Oslo görüşmeleri ve Habur krizi, Silvan olayı ve çözüm sürecine giden koşulları ele alacağız.


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (1) | 1993 ateşkesi: Özal projesi


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (2)| 1993 ateşkesi : Talabani üzerinden diplomasi trafiği


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (3) |1995 ateşkesi


1998 ateşkesine giden süreç: Öcalan ile aracılı ve dolaylı görüşmeler  


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (5): 1999’da İmralı’da başlayan görüşmeler