Uzun zamandır yazasım yok…
Samimi olayım, bir yanı bir tip erteleme hissiyatı, hani üşengeçlik değil de, motive olamama…
Bir dönemdir hepimizi saran “duyulmuyor ki,” “değişmiyor ki,” “herkes kendi mahallesinde konuşuyor, ötekini duymuyor” hissiyatı…
Aradalıklar yok. Bağıran çok.
Birbiriyle konuşan, birbirini dinleyen, birlikte düşünen yok. Veya hadi yok demeyelim de, az diyelim; hani o da umuda sarılma hissiyatından, ihtiyacından…
Dudak uçuklatan adaletsizlikler, yükselen o pek kıymetli ‘milli hassas değerler’, insanların, hayvanların, ağaçların vahşi katli, sayıları yükselen hapishanelerdeki düşünce ‘suçluları’, sınırdan sınıra itilen insanlar, bombalarla, keskin nişancılarla, depremlerle, iklim krizleriyle öldürülenler…
Bu sıraladıklarım sadece memleketin değil, şu anda dünyanın da sorunları.
İki dünya savaşı görmüş, insani acıları dibine kadar yaşamış, bir daha yapmayacağız diye tövbeler etmiş Avrupa/batı merkezli kuzey coğrafyası yeminlerini unutmuş durumda…
Acı ama, şaşırtıcı değil, yüzyıllık yeminlerinin temellerini insan hakkı üzerine atarken, ‘hangi insanın hakkı’ kısmına çok odaklanmamanın bedelini birlikte yaşıyoruz.
Kimlik siyasetlerine sığındık. Ancak, meseleleri ve birbirimizin yüzüne eşit şekilde bakabilmemizi sağlayan değerleri atlar olduk….
Türkiye’de Avrupa’nın kıyılarında ‘a-la Turca’ biçimde hayata geçiriyor dünyadaki bu yüzyıllık çöküşü…
Tüm bunları görmek, gördükçe isyan etmek, isyan ettikçe, nefessiz kaldığını hissetmek ve durmak… Neye yetişip koşacağını, eyleyeceğini, yazacağını, yetişeceğini bilememek.
İşte böyle bir haleti ruhiye içindeyken İlke TV’nin eş yayın yönetmenleri Eyüp Burç ve Sevda Çetinkaya beni “hadi” diye heyecanla aradılar. Onların amaçlarını anlattıklarındaki heyecanları geçti bana da…
Hayatlarımıza yön veren ağır siyaset kadar, sokağın söyledikleriyle de düşünmek, bilginin, analizin kıymetini bilmek ve anın, belleğin, anektodların, sanatın, yaşamın ve gündelik hayatın cilvelerinin bizlere kattıklarını unutmamak… Tüm bunları yaparken gerektiğinde ‘öteki’ olarak konumlandırılanın veya arada sıkışanların seslerine de kulak vermek…
Bunları yapabilmenin imkanı heyecan verdi.
Bu heyecanla, Eylül ayından itibaren İstanbul-Berlin, Türkiye-Almanya arasında veya dünyanın herhangi bir yerinde gezinen yazılarla İlke’de olacağım. Bazen araştırmalarımı, bazen belleğimi, bazen üzerine düşündüklerimi, bazen hissettiklerimi yazacağım. En azından hedefim bu…
Hadi bakalım… İlke’nin de, barışın, umudun, saygının, sevginin ve günlük küçük kibarlıkların da önü, yolu açık olsun…