Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi, “Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, savaşlara karşıyız” kampanyası başlattığını açıkladı.
Kadın Meclisi, DEM Parti Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısıyla kampanya ve yürütecek çalışmalarına ilişkin deklarasyonu açıkladı.
DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk’in açıkladığı deklarasyonda, kampanya kapsamında panel, konferans ve atölye çalışmaları düzenleyeceği kaydedildi.
Deklarasyonda şu ifadelere yer verildi:
“Kendi bekasını ve devamlılığını her şeyin önüne koyan anti demokratik, militarist, eril ve otoriter yönetimler, savaşları dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir beka sorununun sonucu olarak göstermeye ve savaşı meşrulaştırmaya çalışır. Fakat dünya deneyimlerinin ve savaş karşıtı hareketlerin bizlere sık sık hatırlattığı gibi savaşlar kaçınılmaz değildir ve savaşın kazananı yoktur. Bütün savaşlar geride büyük bir enkaz bırakır. Savaşlar bedensel bütünlüğe, yaşama hakkına ve insanlık onuruna saldırıdır. Hayatlar gider, kentler yıkılır, doğa, tarih, kültür ve sanat mirası geri dönülemez biçimde tahrip edilir. Bu büyük acıların, bu kıyımın ve bu zulmün 21. yüzyılda tekrar tekrar yaşanması kaçınılmaz değildir. Bugün dünyanın her yerinde yeniden bir topyekûn savaşa sürüklendiğimiz hissiyatı güçlenir ve bu yöndeki emareler çoğalırken, kaçınılmaz olan tek şey güçlü bir savaş karşıtı hareketi örgütleme gerekliliğidir. Bu hareketin evrensel ölçekte desteklenmesidir.”
‘Barış için örgütlenme zorunluluğu’
“Oysa maalesef savaş karşıtlığının ve savaş karşıtı örgütlenmelerin güçlenmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatmak güç olmasa da bu karşıtlığı mücadele kanallarına yönlendirmek ve hayata geçirmek çok güç. Nitekim iki büyük emperyalist paylaşım savaşının yarattığı büyük yıkım ve bu savaşlarla eş zamanlı yaşanan soykırımlar da savaşlardan kesin biçimde kaçınma politikasını getirmedi. Büyük savaşların üzerinden elli yıl geçmeden Avrupa’da, eski Yugoslavya topraklarında yaşanan etnik savaşlar aynı korkunç savaş gündemlerinin içine ne kadar hızla düşülebileceğini de gösterdi. Aynı dönemlerde vuku bulan Ruanda Soykırımı, savaş ve soykırım tehdidinin dünyayı terk etmediğini ve hiçbir zaman kendiliğinden terk etmeyeceğini, barış için örgütlenmek ve bu konuda mütemadiyen çalışmak zorunluluğunu da büyük bir netlikle açığa çıkardı.”
3. Dünya Savaşı
“Suriye’de 13 yılı geride bırakan iç savaş döneminde, Şengal’de yaşanan ve 75. ferman olarak anılan IŞİD’in Ezidi Soykırımından sonra ya da Rojava’da yaşanan katliamlardan sonra da savaşın ve çatışmaların sonu gelmiyor. Bundan da öte, Kürt Sorununun bir çözümsüzlüğe sıkıştırılmak istendiği ve Kürtlere savaşın dayatıldığı da hem Türkiye’de hem Ortadoğu coğrafyasında yaşanan bütün çatışmalarda açıkça görülüyor. Son olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş süreci gibi İsrail ve Filistin Savaşı ve Gazze’de yaşanan korkunç katliamlar da bu çıkar mücadelesinin çapını ve ölçeğini genişletti. Bugün artık yeni bir dünya savaşının, yani üçüncü dünya savaşının mümkün olmayacağını hiç kimse tereddütsüz ifade edemeyeceği gibi, bu konuda çalışanlar, üçüncü dünya savaşının Ortadoğu’da ve Ukrayna’da süren savaşlar gibi bir vekâlet savaşı olarak çoktan başladığını da söylüyor.”
‘Barış ve çözüm süreci’
“Kürt sorununda -onurlu bir barış için- 2013-2015 tarihleri arasındaki barış ve çözüm sürecinde olduğu gibi tarihsel muhataplıkları dikkate alan ve muhatapların sözünü işitilir kılan bir müzakere süreci elzemdir. Bu hakikate rağmen, bugün İmralı’da, ulusal ve uluslararası mevzuata ve insan haklarına tümüyle aykırı, tam iletişimsizlik koşullarındaki bir tecrit pervasızca sürdürülüyor. Bütün cezaevlerinde ve özellikle idari gözlem kurullarının hukuk dışı uygulamalarıyla gündeme gelen hak ihlalleri bu tecritle devamlılık oluşturuyor ve tecridi tüm topluma yaygınlaştırıyor.”
‘Egemen devletler çıkarlarını herşeyin üstünde tutuyor’
“Uluslararası toplum ve uluslararası örgütlenmeler, Kürt sorunu etrafında Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan hak-hukuk ihlallerine karşı bir yanıt üretemediği gibi, güçlü bir savaş karşıtı hareketin gelişmesine de yardımcı olmuyor. Egemen devletler, Türkiye’den Avrupa ve ABD’ye, İran’dan Rusya ve Çin’e bu topraklarda kendi çıkarlarını gerçekleştirmeyi ve korumayı her şeyin üstünde tutuyor. Bu çatışmalı süreçlerin -sıcak savaş dönemlerinin ürettiğinden farklılaşmalar gösterse de- ürettiği yapısal şiddet, ırkçılık, yoksulluk gibi toplum hayatını her yönüyle etkileyen sonuçları vardır. Emek sömürüsü alanında ise savaş hâlinin bir beka ve güvenlik sorununu gündemde tutarak her tür toplumsal itirazı, toplantı gösteri özgürlüğünü ve en başta ifade özgürlüğünü geri plana itmesi, grev gibi sendikal hak taleplerini kriminalize etmesi de aynı doğrudan etkiler kapsamındadır. Savaş ve çatışma bölgelerindeki yerlerini yitirmiş, yerinden yurdundan edilmiş nüfusun kitlesel göçü, göçün çoğu zaman ölümcül koşullarda gerçekleşmesi, göçmenler ve mültecilerin sığındıkları ülkelerde maruz kaldıkları dışlama ve ırkçı saldırılar da savaşın dehşet verici hakikatinin ayrılmaz bir parçasıdır.”
Savaş dönemlerinde kadınlar
“Kadın katli vakalarındaki olağanüstü artış bile Kürt sorununu kuşatan eril, militarist ve cinsiyetçi dilden ve pratiklerden ayrı düşünülemez. Yine çocukları hedef alan şiddet vakaları da bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Çünkü savaşlar eril, militarist ve cinsiyetçi şiddet dilini ve pratiklerini en uç noktalara vardırır. Savaşın sona ermesiyle birlikte ne bu dil ne de şiddet pratikleri buharlaşıp gider. Şiddet gündelik hayatta yerleşik hâle gelir ve normalleşir. Savaşlarla gelen insani ve maddi yıkım, kadınların ve çocukların hayatında savaşın reel olarak yaşandığı dönemi çok aşan olumsuz ve onarılamaz sonuçlar yaratır. Kadınlar savaş dönemlerinde çok özel biçimlerde ve özel yöntemlerle mağduriyetlere maruz bırakılıyor. Savaş ve çatışmalarda, kadın bedeninin ve düşman topraklarının aynı işgal tasavvurunun konusu olduğu, bu konuda yapılan pek çok araştırma ile açığa çıkarılmıştır. Kadın bedeni fetih mantığı ile ele geçirilen, teşhir edilen ve yağmalanan toprak ya da mülkle devamlılık içinde militarist söylemde içerilir. Bunun savaşlardaki sonuçları kadınları hedef alan tecavüz, taciz ve işkencelerdir. Yalnızca bedenlerinin değil, kişisel eşyalarının ya da giysi ve iç çamaşırlarının da ele geçirilmesi, işgalci tarafından giyilmesi, aşağılayıcı pozlar eşliğinde teşhir edilmesi yaygın bir durumdur.”
Barış inşasında kadınlar
“Kadınların da gerek özel gerek toplumsal yaşamlarında bu duruma karşı ürettiği ve çoğu zaman başka yolların tüketilmesinden kaynaklı öz savunma gibi mücadele yöntemleri söz konusudur. Bu da savaş ve barış ile ilişkili üzerinde düşünülmesi gereken bir başlık oluşturur. Özel yaşamlarında bu noktaya itilen kadınlar arasında Çilem Doğan ve Nevin Yıldırım ilk akla gelen örneklerdir. Rojava’da IŞİD barbarlığına karşı savaşan kadınlar da bu anlamda IŞİD’le mücadelede kadın savunması olarak mücadelenin önemli ve öncü bir gücünü oluşturmuştur. Bu nedenle sadece savaşın mağdurları olarak değil, kadınları, mücadeleyi ve savaşı geriletmek ve barışı inşa etmek için pozisyon alan aktif özneler olarak ayırt etmek de çok önemlidir. Aynı zamanda barış inşasında kadınların aktif rol almasının önemi de savaşın yaşandığı her bağlamda yeniden vurgulanmalı ve açıklanmalıdır.”
‘Barışı inşa etmeliyiz’
“Çünkü toplumsal ve ulusal siyasal mücadelelerde yer alan sosyalist ve feminist kadın meclisleri ve kadın hakları savunucuları kadar feminist teorisyenler ve akademisyenlerin de kabul ettiği temel hakikat, cinsel şiddetin ve cinsiyet eşitsizliklerinin savaş dinamikleri içine derin bir biçimde kök saldığıdır. Bu temel hakikatin bilgisini her daim canlı tutmak ve toplumsallaştırmak gerekir. Bugün yeniden savaş karşıtı perspektifleri güçlendirmek gereken bir kavşaktayız. Barış ihtiyacı yakın tarihte bugün olduğu kadar güçlü olmamıştı hiç. Barış istiyoruz. Barış istemeliyiz. Barışı inşa etmeliyiz. Bu aynı zamanda geleceği birlikte inşa etmek demektir.”
‘Kampanyamızı başlatıyoruz’
“Bu perspektif doğrultusunda DEM Parti Kadın Meclisi olarak ‘Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, savaşlara karşıyız!’ başlıklı kampanyamızı başlatıyoruz. Kadınların barış talebini en güçlü şekilde dile getirmek, güçlendirmek, savaşın kadınlar, çocuklar, dezavantajlı hayatlara mahkum edilmek istenen tüm kesimler üzerindeki yıkıcı etkilerini görünür kılmak ve küresel barışın tesis edilmesine katkıda bulunmak istiyoruz. Bu amaçla, uluslararası toplumla ve Türkiye’deki ilişkili tüm kesimlerle, sivil toplum alanındaki kadın, çocuk, emek, ekoloji ve LGBTİ+ örgütlenmeleriyle, yerel yönetimlerimiz ve il teşkilatlarımızla farklı alanlarda temaslar ve ağlar kurarak barışın sesini yükseltmek istiyoruz. Önümüzdeki altı aylık süreçte bu çerçevede ulusal ve uluslararası panel ve konferanslar düzenleyerek, atölye çalışmaları yaparak ve medyada savaş karşıtı metinleri ve görsel içerikleri çoğaltarak güçlü bir savaş karşıtı çaba ortaya koyacağız.”
‘2025 yılını kadınlar barış yılı yapacak’
“Bunun yanında, 2025 yılını barış yılı ilan etmek istiyoruz! Başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere birçok ilde, 2025’te, tüm yıla yayılan atölyeler, buluşmalar, halk festivalleri, barışa ses verecek etkinlikler, üretimler planlayacağız. Bu ülkenin anti militarist sosyalist, feminist, ekolojik birikiminden Kürt halkının görkemli mücadele deneyiminden yararlanacağız ve barış yılında en güçlü biçimde ‘Savaş değil barış kaçınılmazdır’ diyeceğiz. Bir yıla yayılan bu etkinlikler süresince, ülkenin her yerinden savaş karşıtı bir sesi bütün dünyaya duyuracak ve birlikte yükselteceğiz! 2025 yılını kadınlar barış yılı yapacak!”