Direniş endüstrisinin sonu
Ahmet Faruk Ünsal 9 Aralık 2024

Direniş endüstrisinin sonu

Suriye’de yeni bir sayfa açıldı. Şahit olduğumuz şey, demokratik rıza üretemeyen rejimlerin günün sonunda yok olması, kısmen de olsa rıza üretebilenlerin ise otoriter olsalar bile varlıklarını devam ettirebiliyor olmasıdır. Bu tespit, ne olgunlaşmış şartlarda devreye giren uluslararası momenti görmezden gelmek ne de bölgedeki kimi kirli otoriter, totaliter rejimlerin varlıklarını sürdürüyor olmasını meşrulaştırmak içindir. Söz konusu rejimlerin varlıklarını sürdürüyor olması ya kısmen toplumsal karşılık üretmeleri ya da günlerini beklemekte oldukları şeklinde okunmalıdır.

Pan Arabist laik sosyalist bir ideoloji olan Baas’ın Suriye’deki yöneticisi Hafız Esad, Arap dünyasındaki ve Filistin direnişine destek veren ülkeler nazarındaki itibarını, ülkesinin 67 Savaşında kaybettiği Golan Tepeleri’ni devlet başkanı olarak girdiği 73 savaşında kısmen de olsa almasıyla sağlamıştı. Mamafih hali hazırda Golan tepelerinin %80’i İsrail işgali altındadır ve işgal altındaki bu kısım, BM kararlarına rağmen, İsrail tarafından Suriye’ye verilmek bir yana, ilhak edilmiş ve bu yasadışı ilhak da 1. Trump döneminde ABD tarafından resmen kabul edilmiştir.

Suriye’nin hem diğer İslam/Arap ülkeleriyle arasındaki ilişkilerini ve hem de İsrail ile ilişkilerini belirleyen esas sorun, bu fiili durumun düzeltilmemiş olmasından kaynaklanıyor.

İsrail’in tek tek Arap komşularıyla ilişkilerine bakarsak ne dediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Hali hazırda İsrail’i resmen tanımıyor olmasına rağmen iyi ilişkiler sürdüren Suudiler, kendilerine ait olan ama 67 savaşında Mısır’ın kullanmakta olduğu ve İsrail’in işgal ettiği Akabe Körfezi çıkışındaki Tiran ve Senafir adaları 78’de tekrar Mısır’a verilinceye ve Mısır’ın da Sisi döneminde kendilerine iade edeceği döneme kadar, açıkça İsrail’e hiç cephe açmamış tek komşu ülkedir.

Mısır, Camp David anlaşmalarını müteakip İsrail işgali altındaki topraklarını geri alarak 1979’da İsrail’i resmen tanımıştır.

Ürdün, 67 savaşından sonra İsrail’e cephe açmayarak, rahatsız edecek hiç bir faaliyet yürütmeyerek ve 1994’te de barış anlaşması imzalayarak İsrail’le ilişkilerini resmileştirmiştir.

Bunların sonucu olarak da, 7 Ekim 2023 savaşında gerek Ensarullah’ın Yemen’den, gerekse de İran’ın kendi topraklarından İsrail’e gönderdikleri füzeleri bu üç devlet kendi hava sahalarında imha ederek, İsrail’e büyük savunma desteği sağlamıştır.

Dini ve mezhebi parçalanmışlığıyla, İsrail’in görece küçük nüfuslu diğer komşusu Lübnan ise, İsrail’le ve Filistin’le işbirliği içindeki farklı kesimlerin ayrı başı çektiği, ahenkli bir ulusal refleks geliştirememiş, işgal altındaki 36 Km2 lik tartışmalı Şeba çiftliklerini de gerekçe gösterip İsrail’le savaşan ama bu savaşını daha çok Suriye’nin ve İran’ın vekil gücü olarak yürüten, dolaylı muhatap olmanın ötesine geçememiş bir ülkedir. Özel durumu nedeniyle Lübnan’ı saymazsak, İsrail’le ilişkilerini normalleştiremeyen İsrail’e komşu tek Arap ülkesi Suriye’dir; onun da sebebi el konulmuş Golan tepeleridir. Böyle olduğu için, Suriye, İslamcısından Marksistine, Arap milliyetçisinden Baasçısına, farklı ideolojik motivasyona sahip tüm Filistinli direniş gruplarına ve de Lübnan’ın Şii Hizbullah’ına hem ev sahipliği yapan hem de silah tedarikçiliği yapan ülke olmuştur. Bunun böyle olması, Suriye’nin Sünni ya da Şii İslamcı olmasıyla ya da Sosyalist ya da Arap milliyetçisi olmasıyla değil, doğrudan işgal altındaki topraklarını kurtaramamış olmasıyla ilgilidir.

Diğer tarftan da, İran-Irak savaşı sırasında Irak ile girdiği Baas içi ideolojik çatışma nedeniyle İran’ı destekleyen, İran’ın Lübnan Şiiliğini İsrail aleyhine politize etmesine yol veren, buna mukabil de muhalefet ettiği hiç bir rejimle silahlı mücadeleye girmemesine rağmen sadece Suriye’de 64, 76 ve 79’da silah kullanan ve 82’de Hama’da ağır bir katliama maruz kalacağı silahlı kalkışmaya giren İhvan’a karşı İran’ın sessiz kalmasını sağlayan laik Baas Suriye’si İran’la “sui genesis” bir ilişki tutturmakta idi. Esasında Esad’ın kendisi Alevi ama kadrolarının büyük çoğunluğu Sünni idi. Zaten Baas rejimi de dini bir rejim olmayıp seküler sosyalist bir sistemdi. İran Suriye ilişkisini mezhep dayanışması diye lanse eden Selefi motivasyonlu eleştiriler ise, bölgedeki İsrail işgalciliğini görünmez kılan etki üretmekteydi. Oysa Suriye’nin yolunu İran’la çakıştıran şey, ne ideolojik, ne mezhepsel ne de aynı uluslararası ittifakta bulunmuş olmalarıydı, onları buluşturan İsrail düşmanlığında ortaklaşmalarıydı.

Siyasal katılım kanallarını tıkayan tek partili sistemiyle, yolsuzca tükettiği ve dar bir çevreye dağıttığı ulusal kaynaklarıyla, toplumu sessizleştirerek edilgenleştirdiği acımasız yargı sistemiyle ve özellikle Kürtlere dönük yok sayan sistemik problemleriyle Arap dünyasının en fazla çeşitliliğini barındıran ülkesi olarak Suriye, tüm bu sorunlarını İsrail’le mücadele yürütüyorum bahanesiyle onlarca yıl konuşulamaz kılılmayı başarabilmişti.

Dananın kuyruğu Arap Baharı’nda koptu. Tüm Arap sokağı, maruz kaldığı tek adam rejimlerinin zulmüne karşı haklı taleplerle ayağa kalkarken ya iktidar değişikliklerine şahit olduk ya da kısmi reformlarla durumu yatıştıran sistemler oldu. Suriye rejimi ise ne kendini reforme edebildi ne de ya müttefiklerinin de durumun ciddiyetine uygun reformları görememeleri ya da kendilerinin de benzer defolarla malul olmaları nedeniyle, yeni şartlara adapte olması için teşvik edildi. Yani, İsrail’le mücadele ediyorum mazereti arkasına sığınarak, Direniş Endüstrisi’nin süresiz iktidar sağlayan karlı işleyişinin tadını çıkarmayı, kendini dönüştürmeye tercih etti. Durum, tıpkı Siyonistlerin verimli Holokost Endüstrisi’ndeki gibiydi.

Rejimin taammüden kulağının üzerine yatması durumu, 2011’den bu yana geçen 13 yıllık muhalefet sürecini de kirletici etkilere maruz bıraktı. Arap saltanatları ve tek parti rejimleri, sokağın iktidarı belirlemesinin önünün açılmasını, kendileri için ontolojik tehdit olarak algılayıp Tunus ve Mısır’ın istisna olduğunu, asıl olanın ise barışçı yöntemler olmayıp maliyeti çok ağır kanlı süreçler olduğu inancına yatırım yaptılar. Suriye muhalefetini hem personel hem de silahla desteklediler. Bu, aynı zamanda kraliyet coğrafyalarında yaşayan ve siyasal katılım talep eden halk nazarında, muhalefet etmeyi korkunçlaştıran ve engelleyen de bir durumdu. Petrol gelirlerini görece daha fazla halka yansıtarak hem siyasal hem de ekonomik kaynaklarını garanti altına alan krallıklar kendilerini böylece korudular.

Diğer taraftan da bu hanedan rejimleri, İsrail işgalciliğine direnmenin uluslararası bir program olarak sadece İran’ın merkeze aldığı bir saplantı olduğunu, Irak, Suriye, Lübnan-Hizbullah, Yemen-Ensarullah, Hamas ve İslami Cihad’dan oluşan Direniş Cephesi’nin aslında Şii yayılmacılığının örtüsü olduğu algısını inşaya çalıştılar. Bu algının oluşması için de İsrail ve işbirlikçisi Arap hanedanları eliyle mezhepçi kışkırtma yoğun bir propagandaya dönüştürüldü. Bu, hem Direniş’in geniş Sünni kitlelerin şuuraltında şiileştirilmesi suretiyle yaygınlaşmasının önlenmesini, hem de işbirlikçi hanedanların durumunun meşrulaştırılmasını amaçlıyordu. Böylece İsrail’in güvenliği, İslam içi tartışmaların gündemleştirilmesi ve bölge dinamikleri eliyle daha ekonomik hale getirilmiş oldu.

Aynı dönemde, Suriye’nin en kadim halklarından olan ve Arapçı Baas rejiminin en büyük mağdurlarından olan Kürtler de, hem IŞİD’le yürüttükleri savaşta askeri güçlerini, hem de Arap Baharı’nın sağladığı imkanlarla, bulundukları bölgelerde kendi yönetim modellerini oluşturarak tek parti yorgunu Suriye’ye ve hanedan yorgunu bölgeye alternatif oluşturarak yumuşak güçlerini kanıtladılar

Suudiler gibi petrolü olmadığı için halkını yoksulluktan kurtaramayan, kokuşmuş sistemini dönüştürmektense Direniş Endüstrisi’yle ayakta tutmaya çalışan ama 7 Ekim sonrası Direniş Ekseni’nin önemli halkaları olan Hamas ve Hizbullah’ın ağır darbe almasıyla sıra kendisine gelen Suriye rejimi 2 hafta gibi kısa bir sürede yıkıldı.

Rejimin akıl almaz zulümleri paylaşılarak çoğulcu imajı parlatılan HTŞ’nin selefi şefi Golani’nin (Colani) belirleyici olduğu bir iktidar değişikliği süreci yaşadık. Direniş Ekseni’nin üç halkasını; Hamas, Hizbullah ve Suriye’yi, tehdit olmaktan çıkaran İsrail’in yaşanan iktidar değişikliğinden en çok memnun olan taraf olduğuna kuşku yok.

Kendisinden, Suriye’nin milli meselesi ve memleketi olan Golan tepelerine dair bir söz işitmediğimiz Golani’nin de, akredite olmuş bir lider olarak memnun olduğu aşikar.

Suriye’nin toprak bütünlüğünü dilinden düşürmeyen ama Suriye’nin bir parçası olan Golan hakkında söz söylemeyen Türkiye, Batı Fırat’ta Tel Rıfat’ta istediğini almış, Minbiç ve Halep’te ise istediğine kavuşmaya daha yakın, Doğu Fırat’ta ise daha uzak olması bakımından “tedirgin memnun” gibi görünüyor.

Kürtlerin ise, SDG eliyle kurdukları yapılar Batı Fırat’ta daha fazla, Doğu Fırat’ta ise daha az olmak üzere Türkiye tehdidi altında olmakla beraber ABD desteği nedeniyle “temkinli memnun” oldukları görünüyor.

Şimdilik İngiliz-Suud imalatı olarak HTŞ’nin, Türk mamülü SMO’ya, SDGyi en azından Doğu Fırat’ta ezmesine izin vermesi söz konusu olmayacak gibi duruyor. Trump işbaşına geldiğinde ise Türkiye, Doğu Fırat’ta sınırları boyunca 30 km derinliğinde güvenli bölge talebini bir daha deneyecektir, ama sonucun ne olacağını şimdiden kestirmek zor. Bu durumda Kürtler, federatif Suriye’de, Kuzeydoğu Suriye Federal yönetiminin sahipleri olarak Türkiye’ye rağmen statülerini koruyacak gibi duruyorlar. Alevilerin ve Hıristiyanların ise, folklorik unsurlar olarak korunacağı, yerel yönetimlerde görünür olacakları ama merkezi yönetimde ise en azından şimdilik söz sahibi olmayacakları öngörülebilir. Federatif Suriye’nin büyük kısmı ise, İsrail’le sorunlarını konuşmayarak çözmüş(!) Suudlaşmış Arap yönetimine kalacak gibi görünüyor.

Eğer tarih bu şekilde akarsa, Türkiye’de heyecanla beklediğimiz barış sürecini bir süre daha beklemek durumunda kalabiliriz. Filistin meselesini, Gazze’yi Batı Şeria’yı ve İran’ı ise çok zor günler bekliyor.

Burası Ortadoğu ve sürprizler hayatın olağan akışının ayrılmaz parçasıdır. Bakalım zaman neler getirecek.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.