Narin cinayeti ile hatırladıklarımız
Cegerxwîn Polat 15 Eylül 2024

Narin cinayeti ile hatırladıklarımız

Performans sanatçısı Abramovic’in 1974 yılında sergilediği “Rhythm 0” gösterisini izleyenleriniz olmuştur. Abramovic bu performansla, insanların ne kadar ileri gidebileceğini sınamak ister. Performansında, ziyaretçilerin kullanması için sergi mekânında bir masa üzerinde gül, tüy, kalem, parfüm, tırnak, iğne, makas, çekiç, testere, gazete, zeytinyağı, hayvan kemiği, bıçak, zincir, bant, çiçek, balta ve silah gibi çeşitli eşyalar bırakır. “Masanın üzerinde bulunan 72 nesne ile bana dilediğinizi yapabilirsiniz. Ben nesneyim. Bu süreç boyunca tüm sorumluluğu ben taşıyorum” notunu aktaran Abramovic, katılımcılara herhangi bir talimat olmadan zevk ve acı veren nesneleri bedeninde özgürce kullanabileceklerini, bedenini manipüle edebileceklerini ifade eder. Katılımcılar, sessizce ve hareketsiz bir şekilde duran Abramovic ile oynamaya ve masadaki nesnelerle birlikte onu şekilden şekle sokmaya başlar. İlerleyen saatlerde performans, Abramovic için yoğun ve tehditkâr hale gelir. İzleyiciler ona bedensel zarar verir ve cinsel tacizde bulunur. Hatta masadaki silahı performans aracı olarak kullanırlar. Katılımcıların saldırganlığı daha da artınca 6 saat sonra Abramovic performansı sonlandırır. Bir çocuğun savunmasızlığında benzer bir karşılaşma vardır. Çocuk, erişkinlerin dünyasında fiziksel olarak zayıf, ruhsal olarak kırılgandır. Kutsal aile, dini ritüeller, toplumsal rollerle içinde katılaşana kadar hamur gibi yoğrulur. Toplumsal yeniden üretimin nesnesi olarak görülür. Narin çocuğun cinayeti ise tüm bunların katkısı olduğunu bildiğimiz bir senaryoda işlenmiştir. Narin cinayeti, unuttuklarımızı zihnimizin derinliklerinden yüzeye çıkarır.

Toplumsal varoluşta çocukların bedenlerini nasıl algılarız? Hukuki normları oluşmuş “modern” toplumlarda buna ilişkin fikir yürütmek pekâlâ mümkündür. Hangi çocuk, hangi cinsiyette çocuk, kimin çocuğu, nerede yaşayan çocuk gibi subjektif ölçütlerden arındırarak ifade edildiğinde, çocukların kırılgan durumlarına toplumsal ve cinsiyet eşitlikçi bir ortamda bakılabilir. Oldukça uzak bir ihtimalden söz ediyormuş gibi olmakla beraber, modern hayatın bilgisi ve imkanları bunu sağlamaya yeterli durumdadır. Peki neden sağlanamaz? Her gün ülkenin farklı yerlerinde, cinsel istismardan çocuk cinayetlerine kadar türlü suçların işlendiği ortamda Narin’in öldürülmesi bu soruyu tekrar sordurabilir mi?

Narin cinayeti ve “örtbas edilme senaryosu”, doksanlı yılların Kürt coğrafyasının içerdiği travmaları hatırlatır bize. Toplumsal hafıza (bellek) meselesine harç oluşturur. Yeniden konuştuklarımız ya da konuşmamız gerekenlere çentik atar. Cinayet kriminolojisi bir kenara bırakılırsa tek suç itirafçı failin (Nevzat B.) kimliği, kazıdıkça altından çıkanlar, cinayet şebekesi Hizbulkontra gerçeğinin tekrar konuşulmasına neden olur. Ahlat fotoğrafında gördüğümüz devletin siyasal yeni formu, itirafçı failin geçmiş kimliği, iktidar partisi milletvekilinin aileye dair açıklamaları, jandarma komutanın çözmeye çok yaklaştığını söyleyen ama bir türlü çözemeyen durumu ile gözümüze yeniden görünür. Devlet övgüsüne antrenmanlı baba figürü, kentin uzantısı gibi olan ve kökleri eskiye dayanmayan oluşmuş/oluşturulmuş köy, taşra-kent bağlamında ortalığa saçılan siyasal ilişkiler, faili meçhul cinayetlerin nasıl failsiz kaldığını gösterir.

Hafızalarımızda taşranın, köyün imgesi yaşadığımız gerçeklerden farklıdır. Değişen taşra, film kronolojisine bile yansımıştır. Seksen öncesi filmlerde taşra imajındaki saflık ve mağduriyet, Nuri Bilge Ceylan, Emin Alper sinemasında bir hiçlik ve suç mekanına dönüşür. Taşradan söz etmek ya da bir taşra imgesi kurmak çoğu zaman nostaljik gelir. Taşra, geçmişte kalan, bütün iyiliklerin ve güzelliklerin eski bir zaman ve mekanla birlikte kaybolan resmini tasvir eder. Daima küçük ve güzel olanın, mütevazı ve mağrur duranın, mağdur ve masum kalanın cazibesi öne çıkar. Niceliksel ilişkilerin ve değerlerin hâkim olduğu kentin aksine, tanıdık yüzlerin ve insani yakınlığın hala umut edildiği bir yerdir. Şehrin mekanikleşen koşturmacasında sürprizler vaat eden, bedenin tabiata, insanın varlığa bitişik durduğu bir tahayyülden beslenir. Oysa Narin cinayeti ile ortaya dökülen gerçekler fena halde ürkütücüdür.

Tavşantepe, doksan hanesi ve kentin hemen kıyısındaki haliyle bir köyden daha fazlasıdır. Kent dinamiklerinin gölgesinde kurulan güç dengesinin, günlük yaşamın 5-6 aile arasında dönmesinin etkisindeki bir kasaba gibidir. Narin cinayeti, taşranın kendiliğine terk edilişini, kız çocuklarının ve kadınların statüsünü hatırlatır bize. İlkesiz ve gerici mekanizmanın, hukuksuzluğun, güvencesizliğin uzantısı olduğunu gösterir. Kültürel merkezde dini ritüellerin olduğu, çeperinde farklı hayatların yaşandığı arafta kalmış bir coğrafyanın anomalisidir. Babanın, 20 yıl camide namaz kılarken dibinde oturduğunu söylediği kişinin kızının cinayet faillerinden olduğunu öğrendiği yerdir.

Ülkemizde çocukların sağlıklı bir eğitim dönemi geçirmediği kolaylıkla söylenebilir. Din ve değerler eğitimi adı altında özgür düşünmenin sınırları her gün daha da geri çekilmektedir. Sünni yapılarda yaz tatilleri ve okulla beraber hafta sonları, “Kuran Kursları” çevresinde inşa edilen çocukluğa dönüşmektedir. Müesses nizam okulda, sokakta, camide, ailede yeniden üretilmektedir. Kürt coğrafyasında ise anadilinde eğitimin yokluğu, ilköğretim sürecinde ek öğrenme zorunluklarına ve çocukların varlıklarını tepkisel sorguladıkları bir duruma yol açmaktadır. Narin böyle bir ortamın çocuğu olarak birkaç adım geriden dezavantajlarla hayata başlamıştır. Çocuk doğurmak ve bakmak sarmalından çıkamayan kadının aile içi ve toplumsal şiddetin ana hedefi haline geldiği koşullar, Narin için karanlık bir gelecek vadetmiştir. Narin ise bu karanlığın içinden maalesef çıkamamıştır. Kolayca vazgeçilen, yeterince işlevsel olmadığında tehdit edilen, dayatılan cinsiyet rollerinde kaybolmuş, yok edilmiş, öldürülmüştür.

Kaçırılan, öldürülen, şiddet gören çocuklar için yakın zamanda açıklanan bir verinin olmadığı memleket ortamında, düzgün bir çocuk politikası olmasını beklemek safdillik olurdu. Narin çocuğun cinayeti iktidarın, “Eğitimde Maarif Sistemi” denilen ucubeyle öğütülen bir nesil ortaya çıkarmaya çalıştığı ve işlerin tıkırında göründüğü bir ortamda işlendi. İktidar, toplumsal muhalefetin cinayetin üzerine gitmesinden fena halde rahatsız oldu. Her zamanki marifetini kullanarak konuyu başka yöne bükmeye çalıştı. Ortaya çıkacak sonuçlarla devlete ve dolayısıyla kendisine rıza üretecek sözcüler çıkardı. Babanın bizzat devlete sadakat rolü oynadığı, yerel siyasi aktörlerin akıl hocalığında “dış güçler bildirisi” yayınlandığı, suç mahallinin temizlendiği, güç odaklarının sahte gözyaşlarına boğuldu dezenforme edilen bir ortam yaratıldı.

Narin cinayetinde, Marina Abramovic’in deneysel ortamından çocuklarımızı çıkaracak mekanizmaların ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gördük. Çocuklar, aşı olma haklarından alacakları eğitim ve öğretimin niteliğine kadar kamusal koruma altında olmalıdır. Kadın cinayetleri gibi çocuk cinayetleri de politiktir. Demokrasi ve insan hakları en fazla çocuklar dolayısıyla toplumun geleceği için gereklidir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.