Sinemada karakterler: Madam Beudet’nin Gülüşü
Şilan Avcı 5 Ocak 2025

Sinemada karakterler: Madam Beudet’nin Gülüşü

Hiç saydın mı nefesini?
hesapladın mı nefes almak zor
ve zamanın tıkırtılarının peşine düşünce geçmez vakit
hiç tuttun mu ellerimden
öyle değil,
sıkıca
sanki bir yüzyılı arkanda bırakıp
sanki,
başka bir hayatın “ayrıntısına” devleşerek kucak açıp
hesapladın mı hiç mutluluğu?
toplasan iki sokak yan yana yürürken
yüzlerce yıl sevmiş gibi,
kendini diğerine bırakıp

İçinden yaşamak, içinden gülmek…

Madam Beudet, yüzünde acısını taşıyan bir yaşam kötürümüne dönüşmüştür. Sessiz ve gülüşsüzce gömülüdür evliliğine. Gösterişli bir sadelikle çevresinde döndüğü hayatın, kabul bilmez mutsuzudur. Muhtemel bir izlenimle, daha başından sevmemiştir kocasını. Sebepler üzerine evlenmiş, sebeplerle bir türlü sevememiş ve sebepsizce “kaderine” teslim etmiştir kendini. Taşrada burjuva bir hayatın içinde olsa da sade ve özensizdir. Dönemin kadın profiline aykırı, gündüzleri “kadınlık mesaisini” hayal kurmaya ayıran bir yalnızlar yalnızıdır. Bütün gün evin içinde elinde kitabıyla dolaşan bu kadın için zaman, başında vızıldayan uyumsuz bir sarkaçtır. Üstüne eğreti bir tavırla bindiği bu sarkacın, pas tutmuş atlısı olarak zamanı dehleyip durur, duyularını kapatıp uzaklaşamadığı evinin, her köşesine uzun uzun savrularak. Hareketsizlik alanından çıkmak ister aslında. Bir rüzgar dönse her parçasını seve seve rüzgarın akışına verecek olandır bu yüzden. “Ne de olsa eylemin içinde sihir, zarafet ve güç vardır.” Fiilsiz bir anarşisttir kendi oysa. Yaşamını bir adama duyduğu sevgisizlik ve kızgınlığın gölgesine, hatta paspası kaldırıp iter gibi bu kara gölgenin altına iter. Evin işi budur bir yerde onun için. Sarsıntı bekleyip, hareketsizce bekleyendir… Ait olduğu dönemin, her dönemin bütün mutsuz kadınları gibi, dört duvar arasında gülüşünü kaybeden Madame Beudet, aslında gerçeği sırıtan mıdır?

İnsanın tabiatıyla şekillenen eşyalar; eşyanın tabiatında kırılan mutluluk…

Şiir okur, gazete okur, aşka özenir, hayal kurar ve nihayetinde içinde debelenip durduğu bir hapishaneye çevirir evini. Saatine, yüzüğüne, penceresi ve kendi gölgesine bakıp, çarşaflar ve dört duvar arasında sıçrayıp durur. Aynı yatağa yattığı ve oysa kendini paylaşamadığı bir bedenle çırpınıp durduğu hayatın içinde, mutsuzlar mutsuzu bir piredir aslında Madam Beudet. “Mezarlar kadar derin yataklar ve etajerin üzerinde yabancı çiçeklerle”… Kendini kitaptaki tasvirin içinde hissedip kitabı yere fırlatır Madam Beudet. Derin bir mezara benzetilen yatak, sahiden de kendinin midir? Masanın üzerinde duran çiçekler ise yabancılık hissiyle şekilsiz tasvir edilen çiçeklerdendir. Hep kenarda tutmayı sevdiği bu çiçekleri, kocası her defasında farkedip masanın ortasına yerleştirir. Madam Beudet için ise çiçeklerin olduğu vazoyu masanın kenarına özenle itmek, artık inada bindirdiği bir ritüeldir. Tıpkı kendisi gibi kenarında durur çiçekler de ait oldukları mekanın. Her an düşecek ve ayrılacakmış gibi, hep kenarda… Bir evin içinde eşyalara nasıl davranıldığıyla etrafa yansıyan mutluluk ya da mutsuzluk, Madam Beudet’nin evinde kendini daha da açık eder gibidir. Eşyanın tabiatı, kendine dokunan insan üzerinden mi devinir? İnsanın eşyayla ilişkisi, birbiriyle ilişkisine mi benzer yoksa biraz da?

Kafası kopuk kuklalar ve evliliğin karışan ipleri…

Yüzüğüyle oynar Madam Beudet. Takıp çıkarır, çevirir… Parmağında duran ince yüzük, kalın bir üzüntünün meselesi gibidir. Her yerde kocasının yaşam izleriyle yüzleşen Madam Beudet, ona duyduğu sevgisizliğin şiddetiyle garip nöbetler halindedir. Öfkesi, gülüşünün dahi kendisini çıldırttığı kocasının yok oluşunu hayal ettirecek kadar güçlü ve derindir.  Elindeki kuklanın kafası kopunca, kadınları “hassas” kuklalara benzeten kocası, gürültülü bir sessizlik içinde mutsuzluğunu yaşayan karısının onu ortadan kaldırma planları yaptığını bilmez. Uzak ve dahil olmaktan ayrı bir kimlikle evin içinde sürekli hesap kitap yaparak gezen  koca, karısının yüzündeki ifadenin anlamını bir türlü göremez. Bir kadının kararlılığı ve mutsuzluğunun birleştiği yerde, ne denli “cüretkar” olduğunu da… Bu evliliğin kafası kopuk kuklası, gerçekten Madam Beudet midir?

Kazara karı koca olma üzerine…

Kendisini Faust’un sahnelendiği tiyatroya götürmek isteyen kocasını reddeder Madam Beudet. Karakterlerin tahayyülleri üzerinden işlenen sahneler, yarattığı çağrışımlarla filmi güçlü bir yere taşır. Faust’u izlemeyi teklif ederken kocanın hayal ettiğiyle karısının hayal ettiği birbirinden farklıdır. Yaşar haldeki insanın, bir meseleyi konuşurken sürekli hayalinde canlandırması üzerinden yola çıkan sahne, herkesin algısının farkını sergiler. Madam Beudet’nin, tek kaçış noktası olan gündüz düşlerine de bulaşmaya başlayan kocasını ortadan kaldırmaya karar verdiği zamanlardır. Bu “şeytanca” fikri beslerken, Faust’u izleyip üzerine düşünmek istemez belki de. Kocasının evde şakalaşmak için sürekli kafasına dayadığı boş silahı kurşunla dolduran Madam Beudet, muhtemel olay anı yaklaştıkça paniğe kapılır çünkü kararsızlığa düşmüştür. Kocasının yanlışlıkla ateşlediği silahtan çıkan kurşun, vazoya isabet etse de korkudan fenalık geçirir. Bu kazayı hiç üzerine alınmayan kocası ise karısının kendi kendini öldürmek istediğini düşünüp ağlamaya başlar. Hassaslığı yüzünden kendisine zarar vermek istediğini düşünüp “sensiz nasıl yaşayabilirim” diyerek karısına sarılır. Madam Beudet, bezgin ve omuzları çökmüş halde boş gözlerle önüne bakar. Mutsuzluğun hapishanesinde, bir kat daha demir parmaklıkla çevrilmiş gibidir. Evlilik mi suçludur bu durumda, erkek mi, kadın mı? Birbirini yaşamın içinde oradan buraya çekiştirmenin, birbirini sessiz bir filmdeymiş gibi duymamanın, kendini ve dolayısıyla birbirini gerçekten sevmemenin, anlamamanın sonuçları mıdır yoksa? Madame Beudet, kendi çağı ve koşullarının mutsuz kadınıyken, kocası Monsieur Beudet ise kendi çağı ve koşullarının ve süregelen erkek egemen dünyasının öğretileriyle daha da çözümsüz, kör, muhtaç bir mutsuzlukla örülü değil midir peki? Kaldı ki ne korkunçtur ki sevilmez, bunu dahi görmez. Madame Beudet susar. “Boşuna mıdır yoksa sağır kulaklara söylenen akıllıca sözler?”

Şiir: Şilan Avcı

 

Feminist ve deneysel sinemanın ilk örneklerinden, 1923 Fransa yapımı olan filmin yönetmeni Germaine Dulac, ataerkil düzen içinde çırpınan ve bunalmış olan kadının öznel kimliğine ışık tutar. Dişi bir perspektifle yepyeni bir sanat dalı olan sinemayı aracı kılan Dulac, kadının toplum içindeki sıkıntılı/hapsedilmiş halini sunar. (Kendi yansımasına/aynaya bakıp ağlayan kadın sahnesi, zamanla pek çok filmde kendine yer bulacaktır.) Film, 1972’de New York’ta gerçekleştirilen ilk Kadın Filmleri Festivali programında yer alır. Mademe Beudet’ye Germaine Dermoz can verir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.